News-1

Dosya

Siyonist Soykırımın Suç Ortakları: Medya, Devletler ve Finans Çevreleri

İşgalci İsrail, Gazze’de uluslararası hukuku ayaklar altına alarak soykırım suçu işlerken; medya, sosyal platformlar ve Batılı hükümetler bu vahşeti ya görmezden geliyor ya da meşrulaştırıyor. Protestolara uygulanan baskı, finansal destek ağları ve sessiz kalan uluslararası kuruluşlar, bu insanlık suçunun ortakları hâline geliyor.

Eklenme: 08.05.2025 14:50:12 | Güncelleme: 08.05.2025 17:43:04
Bu Haberi
Paylaş

Gazze Soykırımı ve Küresel Sessizlik: Bu Sessizlik Suç Ortaklığıdır

2023’ün son aylarından bu yana Gazze'de yaşananlar, sıradan bir savaşın değil, kasıtlı ve sistematik bir etnik temizliğin ve soykırımın göstergesidir. İşgalci İsrail'in hava, kara ve denizden yürüttüğü kuşatma; yüz binlerce sivili hedef alan bombalamalar, yardım koridorlarının engellenmesi, hastane ve okul gibi sivillere ait altyapıların bilinçli şekilde yok edilmesi, sadece askeri değil insani varlığın topyekûn ortadan kaldırılmasını hedefliyor.

Ancak bu soykırımı benzersiz kılan bir başka gerçek var: Dünyanın büyük bölümünün sessizliği. Uluslararası medya platformları bu suçu ya görmezden geliyor ya da “iki taraflı çatışma” söylemleriyle meşrulaştırıyor. Batılı hükümetler, işgal rejimini durdurmak bir yana, milyonlarca dolarlık silah ve diplomatik destekle bu yıkımın ortakları hâline geliyor.

Bu dosya haberde şunları ele alacağız:

  • İsrail’in işlediği soykırım suçunun belgeleri ve insanî yıkımın boyutları
  • Medyanın bu suçu nasıl manipüle ettiğini ya da bu karşı sustuğunu
  • Batılı devletlerin gösterilere ve aktivistlere uyguladığı baskılar
  • Finans, teknoloji ve savunma sektörlerinden gelen sistematik destek
  • Uluslararası kurumların acizliği ve çifte standartları

Bu çalışma, sadece yaşanan vahşeti belgelemekle kalmayacak; aynı zamanda bu vahşetin devamına göz yuman, destek veren ve sessiz kalan yapıların siyasi, ekonomik ve ideolojik ortaklıklarını deşifre etmeyi amaçlayacak.

SİSTEMATİK SOYKIRIMIN BELGELERİ

İsrail’in Eylemleri Soykırım Tanımına Uygun Mu?

Birleşmiş Milletler (BM) Soykırım Sözleşmesi’ne göre soykırım; belirli bir etnik, dini ya da ulusal grubu ‘tamamen ya da kısmen yok etmeye yönelik’ kasıtlı eylemler bütünüdür. Gazze’deki sivil halka karşı uygulanan askeri strateji, bu tanımla birebir örtüşmektedir. İşgalci İsrail, sivillere ait yaşam alanlarını doğrudan hedef alıyor; sivillerin sığındığı hastaneler, okullar ve camiler sistematik şekilde bombalanıyor. Yüz binlerce kişinin yaşadığı şehirlerde temel insani ihtiyaçlara – suya, gıdaya, ilaca – erişim engelleniyor. Ayrıca, yüz binlerce Filistinlinin evlerinden zorla çıkarılması, bir başka etnik temizlik dalgasını gözler önüne seriyor. Tüm bu eylemler, sadece birer savaş suçu olmanın ötesinde, kasıtlı ve planlı bir yok etme politikasına işaret ediyor.

Şehit Sayısı, Sivil Oranları ve Demografik Kayıplar

2023 Ekim ayı itibariyle Gazze’de şehit sayısı 52 bin 653 bini aşmış durumda. Hayatını kaybedenlerin çok büyük kısmı, yani yaklaşık yüzde 70’i kadın ve çocuklardan oluşuyor. Birleşmiş Milletler verilerine göre her gün ortalama 120’den fazla çocuk öldürülüyor. Yüz binden fazla insan yaralandı, birçok kişi uzuvlarını kaybetti ve fiziksel olarak kalıcı engellerle yaşamaya mahkûm edildi. En az 1,7 milyon kişi evsiz kalırken, yaklaşık 17 bin çocuk ya ebeveynlerinden tamamen koparıldı ya da ailesini tamamen kaybetti. Bu sayısal veriler, sadece insan kaybının değil, demografik bir felaketin ve toplumsal çözülmenin de habercisi niteliğinde.

Zorla Yerinden Etme: Yeni Nesil Toplama Kampı

İsrail’in Refah’a yönelik zorunlu tahliye planı, Filistin tarihine “Nakba” olarak geçen 1948 sürgününü anımsatıyor. Yaklaşık 2 milyon insan, Refah’ın güneyinde, Morag Hattı civarındaki 45 kilometrekarelik dar bir alana hapsedilmeye çalışılıyor. İşgal rejimi burayı ‘güvenli bölge’ ilan etmiş olsa da ne altyapı ne de insani hizmetler açısından bu yoğunluğu kaldırabilecek bir kapasite mevcut değil. Çok sayıda uzman, bu alanı açıkça ‘yeni nesil bir açık hava toplama kampı’ olarak tanımlıyor. Bu planın hayat geçmesi halinde buraya sıkıştırılan siviller, gıda, su, elektrik ve ilaçtan mahrum şekilde hayatta kalma mücadelesi vermek durumunda kalacak.

İnsani Altyapının Bilinçli Yok Edilişi

İşgal güçleri, yalnızca can kayıpları sebep olmakla kalmayıp Gazze’de yaşamı sürdürebilecek her unsuru sistematik biçimde hedef alıyor. Bugüne kadar 36’dan fazla hastane ya tamamen yıkıldı ya da çalışamaz hâle geldi. UNRWA’ya ait okul ve barınaklar defalarca bombalanırken, 1.300’den fazla sağlık çalışanı ve 210’dan fazla gazeteci saldırılar sonucunda hayatını kaybetti. Gazze’nin içme suyu sistemlerinin yüzde 90’ından fazlası ya yok edildi ya da kullanılamaz durumda. Kanalizasyon sistemleri çöktü, elektrik santralleri, güneş panelleri ve jeneratörler kasıtlı olarak hedef alındı. Enerji üretimi tamamen felç edildi. Tüm bu saldırılar, savaşın ötesinde bir yıpratma ve yaşamsal çökertme stratejisinin ürünüdür.

Kıtlık ve Gıda Ablukası: Açlık Bir Silah Olarak Kullanılıyor

Gazze’deki sivil halk sadece bombalarla değil, açlıkla da öldürülüyor. Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı, bölgede yaşanan durumu ‘insan kaynaklı kıtlık’ olarak nitelendirdi. Yardım konvoylarının girişine izin verilmiyor, geçiş izni alan yardımlar ise çoğu zaman geç ulaşıyor ya da hedef alınıyor. Bazı yardım araçları kasten bombalanıyor, havadan bırakılan yardımlar ya denize düşüyor ya da kasıtlı olarak erişilemeyecek tehlikeli alanlara yönlendiriliyor. Yardım dağıtımı sırasında çocukların doğrudan vurulduğu çok sayıda vaka belgelenmiş durumda. Yardım kuruluşları, tarihte ilk kez insani erişimin bu denli sistematik biçimde bir askeri stratejiye dönüştürüldüğünü ifade ediyor. Açlık, burada yalnızca bir sonuç değil, bir araç olarak kullanılıyor.

BATI MEDYASININ GÖRMEZDEN GELDİĞİ GERÇEKLER

Gazze’de aylardır süren soykırım karşısında uluslararası medyanın büyük kısmı, olması gereken refleksin tam tersi bir tutum sergiliyor. İşgalci İsrail’in sivil yerleşimleri hedef alan saldırıları, yardım kuyruklarındaki çocukların vurulması, hastane ve okul bombalamaları gibi açık insanlık suçları; haber değeri en yüksek trajediler arasında yer alması gerekirken, çoğu zaman ya görmezden geliniyor ya da manipülatif bir dille meşrulaştırılıyor. Bu medya körlüğü, aslında bir tercih: Gerçeği gizleyen, failin yanında saf tutan ve izleyicinin vicdanını uyuşturan sistematik bir editoryal yönelim söz konusu.

Batılı medya kuruluşları, özellikle Amerika ve Avrupa merkezli büyük haber ajansları, Gazze’de yaşananları ‘iki taraflı çatışma’ çerçevesine oturtarak işlenen suçları bulanıklaştırıyor. Bombalanan bir hastane haberinde, faile değil ‘saldırıya uğrayan hedefe’ odaklanılıyor. Gazze’de yaşanan açlık krizi ‘karmaşık bir insani durum’ olarak yansıtılıyor; oysa gerçek çok açık: Bir halk abluka altında sistematik şekilde açlığa mahkûm ediliyor. Ancak medyanın dili, bu gerçeği açıkça ifade etmiyor; saldırgan ile mağdurun yerini eşitleyen bir söylem tercih ediliyor.

Bu manipülasyon yalnızca dilde değil, görsellikte ve erişimde de kendini gösteriyor. Örneğin New York Times, BBC, CNN gibi medya devleri; Gazze’den gelen şok edici görüntüleri ya kullanmıyor ya da bulanıklaştırıyor, çoğu zaman İsrail kaynaklı açıklamaları ‘doğrulanmış bilgi’ olarak yayımlarken, Filistinli kurumların ya da tanıkların ifadelerini ‘iddia’ olarak veriyor. Böylece okur, izleyici ya da sosyal medya kullanıcısı, yaşanan gerçekliğe değil, filtrelenmiş ve çarpıtılmış bir gerçekliğe maruz bırakılıyor.

Sosyal medya platformlarında da benzer bir sansür mekanizması devrede. Instagram, Facebook ve X (eski adıyla Twitter) gibi büyük platformlar, Filistin lehine yapılan çok sayıda paylaşımı görünmez hâle getiriyor, etkileşimleri düşürüyor ya da doğrudan kaldırıyor. Bağımsız medya hesapları ya da aktivistlerin içerikleri, ‘topluluk kuralları’ gerekçesiyle silinirken, İsrail propagandası yapan hesaplar çoğu zaman dokunulmazlık kazanıyor. Bu algoritmik sansür, dijital dünyanın en etkili manipülasyon araçlarından biri hâline gelmiş durumda.

Bu medya ortamı, savaş suçlarının belgelenmesini, sorumluların teşhir edilmesini ve dünya kamuoyunun bilinçlenmesini ciddi biçimde engelliyor. Gazze’deki soykırım artık yalnızca silahla değil, sessizlikle, çarpıtılmış başlıklarla ve algoritmalarla da sürdürülüyor. Bu koşullarda basın özgürlüğünden ya da haber alma hakkından söz etmek mümkün değil. Medya, bu süreçte tarafsız değil; apaçık şekilde failin medya ortağı konumuna geçmiş durumda.

PROTESTOLARA YÖNELİK DEVLET ŞİDDETİ

Gazze’de yaşanan soykırım karşısında dünyanın dört bir yanında vicdan sahibi insanlar sokaklara döküldü. Üniversiteler, meydanlar, hükümet binaları önünde düzenlenen eylemler, sadece bir dayanışma çağrısı değil; aynı zamanda, Batılı devletlerin suç ortaklığını ifşa etmeye yönelik bir irade beyanıydı. Ancak birçok ülkede bu gösterilere karşı takınılan tutum, ifade özgürlüğüyle bağdaşmayacak düzeyde sert ve baskıcı oldu. İsrail’in suçları görünmez kılınırken, bu suçlara itiraz edenler hedef hâline getirildi.

Başta ABD olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinde, özellikle üniversitelerde başlayan Gazze protestoları polis şiddetiyle bastırıldı, kampüsler ablukaya alındı, öğrenciler gözaltına alındı, bazı akademisyenler görevden uzaklaştırıldı. Columbia Üniversitesi’nde başlayan ve hızla büyüyen protesto dalgası, işgal rejimini destekleyen sermaye gruplarının üniversite yönetimleri üzerindeki etkisini de açığa çıkardı. Öğrencilerin talepleri yalnızca insan hakları ve Filistin halkının yaşam hakkına saygı iken, medya ve güvenlik güçleri onları ‘aşırılık yanlısı’ göstermek için organize bir çaba yürüttü.

Fransa’da Gazze ile dayanışma eylemleri doğrudan yasaklandı. Polis güçleri barışçıl yürüyüşleri dağıttı, pankart açan kişiler gözaltına alındı. Almanya’da ise Filistin bayrağı açmak bile cezai yaptırımlara maruz kalabiliyor. Berlin’de çocuklar için düzenlenen dayanışma etkinlikleri bile ‘kamu düzenini tehdit ettiği’ gerekçesiyle engellendi. Hindistan gibi otoriter eğilimli hükümetlerde ise Filistin’e destek gösterileri bastırılmakla kalmadı, aynı zamanda İsrail’in yanında saf tutan propaganda içerikleri devlet eliyle yaygınlaştırıldı.

Daha da kaygı verici olan, bazı ülkelerde protestocuların sadece cezai yaptırımlarla değil; medya linci, akademik tasfiye, göçmenlik iptali, hatta sınır dışı edilme gibi yöntemlerle susturulmak istenmesi. ABD’de üniversite öğrencilerine ait Filistin destekli kampanyalar, istihbarat raporlarında ‘ulusal güvenlik’ riski olarak tanımlanıyor. Oysa bu öğrencilerin tek yaptığı, insan hakları ihlallerine dikkat çekmek ve savaşa ortak olmayı reddetmek.

Bu tablo bize şunu açıkça gösteriyor: Gazze’de işlenen soykırım, sadece Filistin halkının değil, aynı zamanda tüm dünyanın ifade özgürlüğü, demokrasi ve vicdan sınavıdır. Bu sınavda sınıfta kalan sadece İsrail değil; onun suçlarına sessiz kalan ve bu sessizliği hukuki ve fiziki baskıyla güvence altına alan devletlerdir. Gazze’ye yönelik zulme karşı çıkmak, bugün sadece insani değil; aynı zamanda evrensel özgürlüklerin savunusu anlamına gelmektedir.

FİNANSAL VE SİYASİ DESTEK AĞLARI

Gazze’de süregiden soykırım yalnızca İsrail işgal rejiminin askerî gücünün değil, aynı zamanda küresel ölçekte kurulan bir destek sisteminin ürünüdür. Bu destek, yalnızca diplomatik ya da retorik düzeyde kalmıyor; doğrudan silah anlaşmaları, finansal yatırımlar, teknoloji transferleri ve siyasi koruma zırhı yoluyla işliyor. İsrail’in soykırım politikasını sürdürebilmesini mümkün kılan en önemli etkenlerden biri, arkasında duran bu çok katmanlı ve derin yapıdır.

ABD’nin Koşulsuz Desteği: Para, Silah ve Veto

Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İsrail’in en büyük ve en tutarlı destekçisi konumunda. Gazze saldırılarının en yoğun olduğu dönemde, ABD Kongresi, İsrail’e 14 milyar dolarlık ek askeri yardım paketini onayladı. Bu yardımın büyük kısmı, doğrudan silah ve mühimmat alımına yönlendirildi. Aynı zamanda ABD, İsrail’in savaş suçlarına yönelik uluslararası yaptırımları engellemek için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde veto hakkını defalarca kullandı. Yani yalnızca İsrail’in eli silahlandırılmadı; aynı zamanda onun hesap vermesinin de önü sistematik olarak kapatıldı.

Avrupa’da Diplomatik Himaye ve Teknoloji Ortaklığı

Avrupa Birliği ülkelerinin çoğu, kamuoyunun tepkisine rağmen İsrail’e yönelik doğrudan yaptırımlardan kaçındı. Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkeler; hem diplomatik koruma sağladı hem de İsrail ile teknoloji ve savunma alanındaki iş birliklerini sürdürdü. Özellikle Almanya’nın İsrail’e sattığı uçaksavar sistemleri, tank parçaları ve optik teknolojiler, Gazze’de kullanılan ekipmanlar arasında yer alıyor. Bu bağlamda Avrupa'nın rolü, sessiz kalmanın da ötesine geçiyor; fiilen savaşı besleyen bir ortaklığa dönüşüyor.

Özel Sektör ve Teknoloji Devlerinin Katkısı

Soykırımın sürmesinde rol oynayan bir diğer kritik bileşen ise özel sektör. Birçok Amerikan ve Avrupalı savunma sanayi şirketi, İsrail işgal kuvvetlerine silah, yazılım, yapay zekâ sistemleri ve gözetim teknolojileri sağlıyor. Örneğin Elbit Systems, Raytheon, Lockheed Martin gibi firmalar doğrudan savaş teknolojisi ihraç ederken, Amazon ve Google gibi teknoloji devleri İsrail işgal rejimi yönetimine bulut bilişim ve veri işleme altyapısı sunuyor. Bu altyapılar, istihbarat faaliyetlerinde ve savaş algoritmalarının çalıştırılmasında aktif biçimde kullanılıyor.

Finansal Kurumlar ve İsrail Tahvilleri

Birçok uluslararası banka ve yatırım fonu, Siyonist rejim tahvillerini portföyünde bulundurmaya devam ediyor. Bu tahviller, doğrudan İsrail’in savaş bütçesini finanse eden araçlar arasında yer alıyor. Emeklilik fonları, sigorta şirketleri ve yatırım danışmanlık firmaları; bu tahvilleri kârlı bir enstrüman olarak pazarlarken, aslında soykırımın ekonomik sürdürülebilirliğini sağlayan aktörlere dönüşüyorlar. Boykot hareketlerinin bu finansal ortaklıkları hedef alması bu yüzden oldukça anlamlı.

Diplomatik Çifte Standartlar ve Siyasi Himaye

İsrail işgal rejimi, dünyanın en ayrıcalıklı konumunda bulunan kurumlarından biri hâline gelmiş durumda. Gazze’de binlerce çocuğun öldüğü, sağlık sistemlerinin yok edildiği, açlığın sistematik hâle geldiği bir ortamda, halen ‘meşru müdafaa’ söylemiyle savunulabilmesi, ancak Batı’nın ikiyüzlü siyaset anlayışıyla açıklanabilir. Aynı ülkeler, Ukrayna’ya yönelik Rus saldırılarında ‘insani hukuk’ ve ‘uluslararası sorumluluk’ çağrıları yaparken, Gazze söz konusu olduğunda suskun kalmakta ya da doğrudan İsrail’i savunmaktadır. Bu çifte standart, uluslararası hukuk sistemini ciddi biçimde aşındırmakta ve insanlık değerlerinin evrenselliğine olan inancı zayıflatmaktadır.

ULUSLARARASI KURUMLARIN SESSİZLİĞİ VE İKİYÜZLÜ TUTUMU

Uluslararası hukuk sisteminin teminatı olması gereken kurumlar, Gazze’de yaşanan soykırımı durdurmakta yalnızca yetersiz değil; kimi zaman bu vahşetin meşruiyet kazanmasına da zemin hazırlayacak şekilde taraflı ve etkisiz kalmışlardır. Birleşmiş Milletler’den Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne, insan hakları örgütlerinden bölgesel birliklere kadar birçok kurum, sistemin sadece güçlüyü koruduğu gerçeğini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Birleşmiş Milletler: Veto Duvarına Çarpan Vicdan

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Gazze’deki sivillere yönelik saldırıların durdurulması için defalarca toplanmış; ancak ABD’nin sistematik vetoları nedeniyle hiçbir bağlayıcı karar alınamamıştır. 30 binden fazla sivilin hayatını kaybettiği, BM personelinin dahi hedef alındığı bir soykırım savaşında, ‘ateşkes’ çağrılarının dahi engellenmesi, BM'nin artık işlevsiz bir kurum hâline geldiğini ortaya koymuştur. Bu durum, uluslararası hukukun güçlülerin iradesine ne kadar bağımlı olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Uluslararası Ceza Mahkemesi: Adaletin Gecikmesi

İsrail’in savaş suçlarına dair yüzlerce delil olmasına rağmen, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), uzun süre herhangi bir işlem yapmamıştır. Gazze’de gazetecilerin, sağlık çalışanlarının, yardım kuruluşlarının açıkça hedef alındığı belgelenmişken, UCM’nin eylemsizliği yalnızca hukuki bir zafiyet değil, aynı zamanda siyasi bir tercihi işaret etmektedir. Oysa Ukrayna’daki savaş nedeniyle Rusya Devlet Başkanı Putin hakkında kısa sürede yakalama kararı çıkaran aynı kurumun, Netanyahu ve işgalci İsrail Genelkurmayı’na dair dosyaları aylarca bekletmesi, adaletin evrensel değil, seçici olduğunu göstermektedir.

İnsan Hakları Örgütlerinin Sınırlı Tepkisi

Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi kuruluşlar, Gazze’deki ihlalleri belgeleyen raporlar yayımlamış olsa da bu raporlar ne medya ne de devletler nezdinde yeterli yankı bulamamıştır. Ayrıca bu kuruluşların dil tercihleri de dikkat çekicidir; birçok raporda “İsrail’in olası savaş suçları” gibi ifadeler yer almakta, kesin yargı cümlelerinden kaçınılmaktadır. Oysa aynı kuruluşlar, farklı coğrafyalardaki daha düşük yoğunluklu ihlallerde çok daha net tutumlar sergilemişlerdir. Bu da insan hakları savunusunun da giderek politik angajmanlardan etkilendiğini göstermektedir.

Bu bölümde de gördüğümüz gibi, Gazze’deki soykırım yalnızca İsrail’in değil; onun karşısında sorumluluklarını yerine getirmeyen, sessiz kalan, hatta bazı durumlarda onu fiilen koruyan uluslararası kurumların da suçudur. Bu sessizlik, tarihe sadece pasif bir ihmal olarak değil, aktif bir suç ortaklığı olarak yazılacaktır.

ÇAĞRI: GAZZE İÇİN ADALET, DÜNYA İÇİN VİCDAN

Gazze, yalnızca bir coğrafya değil; çağımızın vicdan sınavıdır. Aylar süren bombardımanlar, on binlerce sivilin şehadeti, açlıkla terbiye edilmeye çalışılan bir halk, yerle bir edilen şehirler ve yok sayılan çocuk cenazeleri... Tüm bu yaşananların ortasında dünya sessizliğiyle, çarpıtılmış haberleriyle, çifte standartlı diplomasisiyle bir kez daha insanlığın utanç sayfalarına yeni satırlar ekliyor.

Bu dosya boyunca ortaya koyduğumuz gibi, İsrail işgal rejimi sadece askeri araçlarla değil; medya desteği, siyasi koruma, finansal kaynak ve küresel sessizlikle birlikte bu suçu işliyor. Bu sessizliğin bir sonucu olarak, uluslararası hukuk sisteminin inandırıcılığı çöküyor, insan hakları evrenselliği tartışmalı hâle geliyor ve savaş suçları cezasız kalıyor. İşte bu yüzden, Gazze’ye dair konuşmak artık sadece Filistinlilerin hakkını savunmak değil; dünya vicdanının tükenmemesi için bir sorumluluktur.

Artık sadece kınamak, üzülmek ya da dua etmek yeterli değil. Gazze için adalet talep etmek; sokakta, üniversitelerde, medyada, siyasette, ekonomide aktif bir mücadele yürütmeyi gerektiriyor. İnsan hakları için ayağa kalkan herkesin şunu bilmesi gerekir: Bu mesele sadece bir ülkeye karşı değil, insanlık dışı bir düzene karşı durma meselesidir.

Sivil Olarak Neler Yapılabilir?

  • Boykot hareketleri, sadece sembolik değil; ekonomik baskı araçlarıdır. İsrail’i ve onu destekleyen şirketleri hedef alan bilinçli tüketim kampanyaları yaygınlaştırılmalıdır.
  • Uluslararası hukuk platformlarında, bireysel ve kolektif başvurular yapılmalı, deliller belgelenmeli ve dava süreçleri desteklenmelidir.
  • Gazze’ye insani yardım, doğrudan ve sürdürülebilir şekilde organize edilmeli; bağımsız kuruluşların koruma altında faaliyet yürütebilmesi için küresel baskı oluşturulmalıdır.
  • Medya okuryazarlığı teşvik edilmeli, dezenformasyona karşı alternatif, doğru ve tarafsız bilgi kanalları güçlendirilmelidir.
  • Üniversiteler, sendikalar ve sivil toplum kuruluşları, İsrail işgal rejimiyle doğrudan veya dolaylı ilişkileri kesmeli, etik duruşlar açıklamalıdır.

Bu çağrı yalnızca Filistinliler için değil, adaleti, eşitliği ve onurlu yaşamı savunan herkes içindir. Gazze’deki çocukların bir nefes alabilmesi, yalnızca oradaki bombaların susmasına değil; burada, bu satırları okuyan insanların da susmamasına bağlıdır.