Sadece Pakistan’ı değil, tüm İslam dünyasını ayağa kaldırmayı hedefleyen bir lider… Şeriat reformları, Afgan cihadına verdiği destek, ümmet birliği vizyonu ve bugün hâlâ yankılanan mesajlarıyla Ziyâülhak, çağdaş İslam tarihine yön veren eşsiz bir şahsiyet.
Eklenme: 13.05.2025 17:38:06 | Güncelleme: 13.05.2025 17:43:40General Muhammed Ziyâülhak, Pakistan tarihine İslamî değerlerle yönetim anlayışını yerleştirmeye çalışan liderlerden biri olarak geçti. Bu dosya haberde, Ziyâülhak’ın hayatına, İslamlaşma politikalarına, Afgan cihadına verdiği desteğe, İslam dünyasıyla kurduğu ilişkilere ve arkasında bıraktığı mirasa yakından bakıyoruz. Onu yalnızca bir askeri lider değil, ümmet perspektifine sahip bir devlet adamı olarak anlamaya çalışıyoruz.
"Pakistan, Türkiye'nin doğudaki bir vilayetidir. Ben bu vilayetin, Cumhurbaşkanı emrindeki valisiyim."
Bu sözler, Pakistan'ın sekizinci Devlet Başkanı ve Önceki Genelkurmay Başkanı General Muhammed Ziyâülhak'a ait. Göreve geldiği ilk günden ölümüne dek Pakistan'ı, sadece sınırları içinde düzenlemeye yönelik değil; bir ümmet coğrafyasını yeniden inşaa etmeye gayret ederek yönetti. Ziyâülhak'ın liderlik anlayışında modern diplomasi ve klasik siyaset yerine, Ümmet-i Muhammed'in dirliği, adaleti ve tevhit eksenli bir toplumsal düzen kurmak ana hedefti.
Ziyâülhak, sıradan bir askeri lider değildi. Onun duruşunda, Pakistan'la sınırlı olmayan bir misyon seziliyordu. Türkiye ile kurduğu derin bağ, Osmanlı bakiyesinin devamı olan ümmet şuurunun izlerini taşıyordu. Bu sözüyle sömürgecilik sonrası inşaa edilen sözde ulus-devlet paradigmasına alternatif olarak birliğe, kardeşliğe ve ortak kimliğe işaret ediyordu.
Onun liderliği döneminde Pakistan, sadece bölgesel bir oyuncu olmaktan çıkmış, Sovyet işgaline uğrayan Afganistan başta olmak üzere tüm mazlum coğrafyalara el uzatan bir ümmet devleti kimliği kazanmıştı. Ziyâülhak'ın ümmet tasavvurunda mezhep, etnik kimlik ya da coğrafi ayrım yoktu; önemli olan, Kur'an ve Sünnet çizgisinde bir dirilişi temin etmekti.
Pakistan'da uygulamaya koyduğu adalet reformları, şerîat temelli kanunlar ve çok yönlü eğitim dönüşümü, onun sadece askerî değil aynı zamanda ideolojik ve manevi bir öncü olduğunu gösteriyordu. Ziyâülhak, ümmetin geleceğine dair kaygı taşıyor, çağın imkânlarını kullanarak yeniden bir "diriliş asrı"nın kurulması için çabalıyordu.
Onun hayatı ve liderliği, salt siyasi analizlerle değil; inanca, sözüne ve milletlere verdiği umuda bakılarak değerlendirildiğinde tam manasıyla anlaşılabilir.
General Ziyâülhak’ın yönetimi altındaki Pakistan, sadece anayasal yapısıyla değil; aynı zamanda değerler sistemiyle, toplumsal düzeniyle ve gündelik hayatın ahlaki çerçevesiyle yeni bir istikamete yöneldi. Ziyâülhak, İslam’ı bir yönetim ilkesi olarak benimseyen bir liderdi. Bu doğrultuda başlattığı İslamlaşma hareketi, 20. yüzyılın ikinci yarısında İslam dünyasında görülen en köklü sistemsel dönüşümlerden biri olarak kabul edilir.
İlk olarak 1979 yılında çıkarılan Şeriat Mahkemeleri kararnamesiyle, laik hukuk sisteminin üzerine paralel bir dini yargı mekanizması inşa edildi. Bu mahkemeler, sadece aile hukuku ya da ibadetlerle sınırlı kalmayıp ceza hukuku ve mülkiyet davalarına kadar geniş bir yetki alanı kazandı. Aynı yıl başlatılan Hudud Kanunları ile içki yasağı, zina suçu, hırsızlık cezaları ve iftira gibi alanlarda Kur’an ve Sünnet esaslarına dayalı yaptırımlar yürürlüğe kondu.
Ziyâülhak’ın diğer önemli uygulamalarından biri de zekât sistemiydi. 1980 yılında çıkartılan bir düzenlemeyle, banka hesaplarında bulunan meblağlardan belirli oranlarda zekât kesintisi yapılması zorunlu hâle getirildi. Elde edilen bu fonlar, kamu eliyle yoksullara ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırıldı. Bu, zekât ibadetinin sadece bireysel bir sorumluluk olmaktan çıkıp, kurumsal bir dayanışma sistemine dönüşmesinin önünü açtı.
Eğitim alanında ise medreselere verilen destek artırıldı, okullarda İslami ilimlerin oranı yükseltildi. Kur’an-ı Kerim dersi zorunlu hâle getirildi, öğretmen atamalarında dini yeterlilik gözetildi. Ziyâülhak, “eğitim, bir milletin istikametini belirleyen asli unsurdur” diyerek nesil yetiştirmeyi salt bilgiyle değil, ahlakla donatılmış bir bilinçle tarif etti.
Bütün bu adımlar, Ziyâülhak’ın yalnızca bir yöneticiden ibaret olmadığını; bir fikir adamı ve bir inşa lideri olduğunu açıkça gösteriyordu. O, İslam’ı yalnızca kişisel yaşantısında değil, devlet yapısında ve kamu düzeninde temel referans olarak alan bir sistem ortaya koydu.
İslamlaşma süreci sadece yasalarla sınırlı değildi; kamu kurumlarının tabelalarından resmî törenlerin içeriğine, radyo ve televizyon yayınlarından bankacılığa kadar uzanan bir dönüşüm programıydı. Ziyâülhak’ın bu yaklaşımı, bir halkı değil; bir medeniyet tasavvurunu dönüştürmeye yönelikti.
Ziyâülhak’ın liderliğinin en dikkat çekici ve tarihi sonuçlar doğuran yönlerinden biri, Sovyetler Birliği’nin 1979’da Afganistan’ı işgaline karşı verdiği tavizsiz ve aktif mücadeleydi. Bu sadece bir jeopolitik denge oyunu değil, onun gözünde açık bir iman ve bağımsızlık savaşıydı. Bu işgal, yalnızca Afganistan’ın topraklarını değil; İslam dünyasının haysiyetini hedef almıştı.
Ziyâülhak, Afgan cihadına verdiği destekle yalnızca bir komşu ülkeye değil, ümmete sahip çıktı. Binlerce mücahidin Pakistan topraklarında eğitim almasına, lojistik destek bulmasına ve savaş stratejileri geliştirmesine imkân tanıdı. Bu dönemde Pakistan, sadece coğrafi bir üs değil, manevi bir kale hâline geldi.
Afgan mücahitlerine sağlanan bu destek, ABD ve Suudi Arabistan gibi aktörlerle kurulan diplomatik dengelerle de güçlendirildi. Ancak Ziyâülhak, bu desteği Batı’nın çıkarları için değil, İslam'ın izzeti için kullandı. O, “cihad” kavramını sadece silahlı mücadele değil, ahlaki direniş ve ümmet dayanışması olarak gördü.
Ziyâülhak’ın bu süreçteki liderliği, mazlum halkların zalim süper güçlere karşı direnebileceğini gösteren bir umut örneği oldu. Afganistan’da savaşan mücahitler onu sadece bir lider olarak değil, bir ağabey, bir koruyucu ve bir rehber olarak benimsedi. Onun manevi desteği, moral ve motivasyon kaynağıydı.
Bugün dahi birçok Afgan gazisi ve İslam dünyasındaki alim, Ziyâülhak’ın Afgan direnişindeki rolünü bir “iman hizmeti” olarak anmakta ve hayırla yâd etmektedir. Bu yönüyle Ziyâülhak, sadece Pakistan’ın değil; işgal altındaki topraklarda hürriyeti haykıran her müslümanın yüreğine dokunmuş bir liderdi.
Ziyâülhak'ın liderliğinde Pakistan, sadece iç dönüşüm değil; dış politikada da ümmet dayanışmasını esas alan bir çizgi izledi. Onun İslam dünyasına verdiği en güçlü mesaj, “tevhidde birliktir.” Bu mesaj, sadece inançsal düzeyde değil; siyasi, ekonomik ve kültürel bağlamlarda da Müslüman ülkelerin ortak hareket etmesi gerektiği fikrine dayanıyordu.
Ziyâülhak, Türkiye ile ilişkilerde özel bir hassasiyet taşıdı. İki ülkenin tarihi bağları ve İslami değerler temelinde bir araya gelmesi gerektiğini savunuyordu. Türkiye'nin askeri tecrübesi ile Pakistan'ın dini duyarlılığı arasında bir sentez kurarak, ümmetin kalkınmasına öncülük etme vizyonunu dile getiriyordu. Bu yüzden, Türkiye’yi her zaman kardeş ülke olarak nitelendirdi ve birçok diplomatik temasında “Türkiye, bizim kalbimizin diğer yarısıdır” sözünü dile getirdi.
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) toplantılarında aktif bir rol üstlenen Ziyâülhak, Filistin davası başta olmak üzere ümmetin ortak meselelerini sahiplenen bir duruş sergiledi. Afrika’daki iç savaşlar, Lübnan’daki kaos, İran-Irak Savaşı gibi konularda tarafsız ama ümmet eksenli bir diplomatik duruş sergileyerek Pakistan'ı İslam dünyasının sözcülerinden biri hâline getirdi.
Ona göre Müslüman ülkeler, sadece bağımsız değil; birbiriyle dayanışma içinde olan, üretim ve savunma kabiliyetlerini paylaşan bir yapı kurmalıydı. Bu düşünce, Ziyâülhak’ın siyasi vizyonunu aşan bir medeniyet tahayyülüne işaret ediyordu.
Bugün hâlâ Ziyâülhak’ın “tevhidde birlik” çağrısı, parçalanmış İslam coğrafyasında yankılanan bir özlem olarak hafızalarda yer etmektedir.
General Muhammed Ziyâülhak, ardında tartışmasız bir miras bıraktı. Bu miras, sadece yasalarla ya da politikalarla sınırlı değildi; bir zihniyet değişimi, bir şuur inşası, bir medeniyet iddiasıydı. Bugün Pakistan’da İslamcı söylemlerin gücünü hâlâ muhafaza etmesinde, onun attığı temel adımların rolü büyüktür.
Ziyâülhak, laikleşen, Batı’ya entegre olmaya zorlanan Müslüman coğrafyalar arasında “İslam’la yönetilebilirlik” fikrini savunarak örnek bir liderlik sergiledi. Bugün onun izinden giden birçok düşünür, siyasetçi ve kanaat önderi, İslam’ı bir yönetim paradigması olarak yeniden düşünmeye onun sayesinde cesaret etti.
Onun kurduğu zekât ve şeriat sistemleri; yalnızca yoksullara yardım değil, toplumsal adaleti temin eden ve ahlaki çöküşü önleyen birer mekanizma olarak işlev gördü. Eğitim alanındaki reformları, dindar bir nesil yetiştirme amacının ötesinde; İslami değerlerle donanmış bir entelektüel kadro inşa etmeyi hedefledi. Bu vizyon, günümüzde hâlâ Pakistan’da ve benzeri ülkelerde örnek alınan bir modeldir.
Ziyâülhak, ümmete sadece silah ve strateji değil; izzet ve istikamet armağan etti. Afgan cihadı sürecinde gösterdiği kararlılık, Batılı emperyalizme karşı duruşu ve ümmet coğrafyasına verdiği destekle, Müslümanların hafızasında bir liderden öte bir şahsiyet olarak yer buldu.
Bugün Ziyâülhak ismi, kimileri için bir reformcu, kimileri için bir muhafazakâr; ancak çoğunluk için bir idealin, bir ümmet hayalinin, bir İslami devlet tahayyülünün temsilcisidir. Onun ardından gelenler, bu mirası anlamakla yükümlüdür.
Ve onun mirası, sadece geçmişin hatırası değil; geleceğin inşasında da umut veren bir istikamet pusulasıdır.