Gazze'de bombalar yağarken, dijital dünyada da başka bir savaş sürüyor. Siyonist İsrail’in yürüttüğü soykırıma karşı çıkan sesler, artık sadece bombalarla değil, algoritmalarla da susturuluyor. Facebook’tan Google’a, Instagram’dan X’e kadar dijital devler; sansür, içerik kaldırma ve görünürlük engelleme yoluyla zulme sessiz kalmayanları hedef alıyor.
Eklenme: 27.05.2025 14:55:04 | Güncelleme: 27.05.2025 16:01:20Gazze’de hastaneler yıkılırken, çocuklar açlıkla boğuşurken, tüm bu trajedileri dünyaya duyurmak isteyen Filistinli gazeteciler, aktivistler ve sıradan kullanıcılar; dijital platformlarda görünmez hale getiriliyor. Katil İsrail'in kara ve hava saldırılarıyla yürüttüğü sistematik soykırıma karşı dijital direnişin sesi, Batı merkezli teknoloji şirketlerinin iş birliğiyle bastırılıyor.
Sosyal medya çağında gerçekleri paylaşmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Çünkü "gerçek", algoritmaların işleyişine, finansal ortaklıklara ve siyasi çıkar ilişkilerine takılıyor. Bu dosyada, dijital sansürün Filistin'de nasıl bir silaha dönüştüğünü, kimlerin bu silahı kullandığını ve sonuçlarını tüm boyutlarıyla inceliyoruz.
Meta çatısı altındaki Facebook ve Instagram, son yıllarda Filistin’e dair içeriklere yönelik uyguladığı sistematik sansür politikaları nedeniyle uluslararası insan hakları kuruluşlarının ve gazetecilik ağlarının hedefinde. Gazze’de yaşanan soykırımın sosyal medyada görünürlüğünü azaltmaya yönelik bu uygulamalar, hem bireysel kullanıcıları hem de kurumsal medya hesaplarını etkiliyor.
Meta platformlarındaki içerik denetimi, sadece manuel moderasyonla değil, algoritmalar aracılığıyla da yürütülüyor. Yapay zekâ destekli filtreler, Filistin’le ilgili belli anahtar kelimeleri, görselleri ve sembolleri “potansiyel olarak zararlı” olarak işaretleyerek görünürlüğünü kısıtlıyor. Bu durum özellikle şu şekilde işliyor:
Bu teknikler, içerik kaldırılmadan yapılan sansürün modern biçimi olarak işliyor; görünürde platform politikaları korunuyor ama gerçekler saklanıyor.
Human Rights Watch (HRW), Aralık 2023’te yayımladığı raporunda Meta'nın sistematik şekilde Filistin yanlısı içerikleri hedef aldığını belgeledi. Rapora göre:
HRW bu uygulamaları “dijital apartheid” olarak nitelendirdi ve Meta’nın sansür mekanizmasının siyasi taraflılık içerdiğine dikkat çekti.
Quds News Network
Motaz Azaiza
🔻 Kırmızı Üçgen Sembolü
Meta’nın İsrail hükümetiyle yürüttüğü doğrudan ilişkiler de dikkat çekici. Şirket, İsrail’in siber güvenlik ve dezenformasyon birimleriyle düzenli olarak veri paylaşımı yapıyor. Ayrıca:
Bu ilişkiler, Meta’nın içerik politikalarının, küresel insan hakları standartlarından çok siyasi ilişkiler temelinde şekillendiğine dair güçlü bir kanıt sunuyor.
Meta'nın uyguladığı dijital sansür, sadece bir teknoloji şirketinin moderasyon politikası değil, küresel vicdanın yönlendirilmesi ve toplumsal hafızanın bastırılması anlamına geliyor. Gazze’deki gerçekleri paylaşmak isteyen kullanıcılar susturuldukça, dünyanın en büyük dijital sahnesi bir propaganda aracına dönüşüyor. Bu durum, sadece Filistinlilerin değil, tüm insanlığın ifade özgürlüğünü tehdit ediyor.
X (eski adıyla Twitter), dijital direnişin sembol mecralarından biri haline gelirken, Filistin meselesine dair içeriklerde yürütülen sistematik sansürle, bu kimliğine ters düşen uygulamaların adresi oldu. Elon Musk’ın “mutlak ifade özgürlüğü” söylemine rağmen platformda Filistin yanlısı içerikler ya görünmez hale getirildi ya da hesaplar doğrudan kapatıldı. Bu çelişki, X’in tarafsızlık iddialarını tartışmalı hale getirdi.
X üzerinde yapılan gözlemler, özellikle “Gazze”, “soykırım”, “FreePalestine”, “ethnic cleansing” gibi etiketlerin kullanıldığı içeriklerin kullanıcı akışlarında daha az görünür olduğunu ortaya koyuyor.
Elon Musk, 2023’ün son çeyreğinde “bot temizliği” adı altında on binlerce hesabı platformdan kaldırdı. Ancak bu temizlikte orantısız biçimde Filistin yanlısı kullanıcıların hedef alındığı görüldü.
X’in içerik politikalarının şekillenmesinde, İsrail’e yakın yatırımcıların ve stratejik çıkar odaklarının etkisi olduğu değerlendiriliyor. Şirketin gelir modelinin büyük ölçüde reklamverenlere ve hükümetlerle kurduğu ilişkilere dayanması, tarafsızlık ilkesini fiilen ortadan kaldırıyor.
Tüm bu sansür uygulamalarına rağmen, kullanıcılar platformun iç dinamiklerine karşı direniş geliştirmeye başladı:
X’in özgürlük söylemiyle yürüttüğü medya politikası, Filistin’e dair içeriklerde açık bir ikiyüzlülüğe dönüşüyor. Platform, görünürde tarafsız bir dijital meydan olsa da, perde arkasında uyguladığı gölgeleme, etiket baskılama ve hesap kapatma uygulamalarıyla Siyonist rejimin dijital çıkarlarına hizmet eden bir aygıt halini almış durumda.
Dijital dünyanın omurgasını oluşturan Google ve YouTube, görünürde teknik hizmet sağlayıcıları gibi çalışsa da, Filistin meselesinde tarafsız kalmayarak ciddi bir politik rol üstleniyor. Arama sonuçlarından video kaldırmalarına, reklam gelirlerinden çalışan baskılarına kadar birçok alanda uygulanan sistematik dışlama politikaları, Filistinlilerin dijital görünürlüğünü ve ekonomik varlığını hedef alıyor.
YouTube İş Ortağı Programı, içerik üreticilerinin videolarından reklam geliri elde etmesini sağlayan en önemli sistemlerden biri. Ancak Filistinli içerik üreticilerinin büyük çoğunluğu bu programa ya dahil edilemiyor ya da kısa süre içinde teknik gerekçelerle sistem dışına atılıyor.
Bu politikalar, sadece bilgiye değil, dijital ekonomiye erişimi de engelleyerek, Filistinlilerin küresel dijital mecralardaki ayakta kalma mücadelesini kırıyor.
Google arama motorunda yapılan sorgularda, özellikle Gazze, Nekbe, işgal, etnik temizlik gibi anahtar kelimelerle ilgili içeriklerin sıralamaları manipüle ediliyor.
Bu içerik sıralaması, kamuoyunun algısını biçimlendirmek için dolaylı ama çok etkili bir manipülasyon aracı olarak işliyor.
2021 yılında Google ve Amazon’un, İsrail Savunma Bakanlığı ile imzaladığı “Project Nimbus” anlaşması, teknoloji şirketlerinin doğrudan savaş altyapılarına nasıl entegre olduğunu gözler önüne serdi.
Google içinden gelen muhalif sesler, Project Nimbus'a karşı şirket içinde büyük bir etki yarattı. “No Tech for Apartheid” (Irkçılığa Teknoloji Yok) adlı girişim, Google çalışanları tarafından başlatıldı ve kısa sürede binlerce destekçi topladı.
Bu direniş, sadece Filistin’e değil, Google’ın etik sorumluluk anlayışına karşı da ciddi bir meydan okumaydı.
YouTube, özellikle Gazze’ye dair belgesele yakın videolarda ve saha görüntülerinde çok daha sert sansür mekanizmaları işletiyor.
Bu uygulamalar, dijital arşivlerin sistemli şekilde silinmesi ve halkların hafızasının yok edilmesi anlamına geliyor.
Google ve YouTube'un uygulamaları, Filistin’e yönelik görünmeyen bir dijital abluka kurmuş durumda. Arama algoritmalarıyla şekillenen algı, reklam politikalarıyla yönlendirilen gelir dağılımı ve içerik silme mekanizmalarıyla sağlanan sessizlik; bu platformları sadece teknoloji değil, aynı zamanda siyasi propaganda araçları haline getiriyor.
Bu ekonomik ve kültürel ambargo, Filistin’in sadece fiili olarak değil, dijital varlık olarak da yok edilmesini hedefliyor.
Yeni medya çağının en etkili araçlarından biri olan TikTok, özellikle 18-30 yaş arası kullanıcılar için haber alma ve tepki verme platformuna dönüşmüş durumda. Ancak Gazze’deki soykırıma karşı yükselen dijital farkındalık kampanyaları, TikTok’un sansür duvarına çarpmış durumda. Benzer şekilde, WhatsApp gibi mesajlaşma uygulamalarında da içerik engellemeleri ve hesap hedeflemeleri yoluyla dijital susturma politikaları devreye sokuluyor.
TikTok, algoritmasıyla kullanıcıların neyi görüp görmeyeceğini belirleyen kapalı bir kutu gibi çalışıyor. Son dönemde yapılan analizlerde, Filistin yanlısı içeriklerin bu algoritmalar aracılığıyla sistematik biçimde görünmezleştirildiği belgelendi.
Öne çıkan örnekler:
TikTok’un algoritmalar yoluyla “dijital dikkat”i kontrol altına alması, kullanıcıların gerçeklere ulaşmasını engelliyor ve soykırımı görmezden gelen bir içerik akışı yaratıyor.
Filistin yanlısı içerikler paylaşan kullanıcılar, özellikle organize şekilde toplu olarak şikayet ediliyor. TikTok moderasyonu, bu şikayetleri otomatik olarak içerik kısıtlama gerekçesi olarak kullanıyor.
Bu durum, TikTok moderasyonunun otomasyona dayalı ve manipülasyona açık bir sistemle çalıştığını gösteriyor.
Meta'nın sahip olduğu bir diğer büyük platform olan WhatsApp, kapalı devre iletişim sağladığı için sansürün daha az olduğu düşünülse de, Filistin meselesinde bu platformda da bazı kısıtlamalar uygulandığı ortaya çıktı.
Gözlemlenen uygulamalar:
Bu durum, WhatsApp'ın da “içerik gözetim mimarisi” içinde değerlendirildiğini ve kullanıcılar arası bilgi dolaşımına müdahale edildiğini ortaya koyuyor.
TikTok ve WhatsApp’ta bazı Filistin yanlısı içerikler, özellikle “montajlanmış”, “gerçek dışı” veya “deepfake” olduğu gerekçesiyle kaldırılıyor. Ancak bu durum çoğu zaman içeriğin doğruluğu kanıtlandığı halde değişmiyor.
Bu yaklaşım, gerçek görüntülerin bile dijital sansür filtrelerinden geçirilerek değersizleştirilmesini sağlıyor.
Tüm bu kısıtlamalara rağmen kullanıcılar, sansürü aşmak için yaratıcı yollar geliştirmeye başladı:
Bu yöntemler, dijital alanın hâlâ mücadeleye açık bir cephe olduğunu gösteriyor.
TikTok ve WhatsApp gibi popüler platformlar, Filistin meselesinde sessizliğin dijital motorları hâline geliyor. Görünüşte tarafsız, kullanıcı dostu ve eğlence merkezli bu mecralar, gerçekte ciddi bir propaganda aracı ve susturma mekanizması olarak işlev görüyor. Ancak dijital kullanıcıların geliştirdiği yeni stratejiler, sansürün algoritmik zincirlerini kırmak için yeni yollar açıyor.
Gazze'de yaşanan soykırıma yönelik bilgi akışını engellemeye çalışan sosyal medya ve teknoloji devleri, dünya genelinde hem hukuki hem etik düzeyde sert eleştirilerle karşı karşıya. Dijital sansür uygulamaları yalnızca Filistinlilerin değil, aynı zamanda tüm dünya kamuoyunun doğru bilgiye ulaşma hakkını tehdit ediyor. Bu nedenle bireyler, medya kuruluşları ve insan hakları örgütleri giderek büyüyen bir dijital direniş ağı oluşturuyor.
Amnesty International, 2023’ten bu yana Meta, X ve Google gibi şirketlerin Filistin ile ilgili içeriklere yönelik müdahalelerini “seçici sansür” olarak nitelendirdi. Kuruluşun açıklamalarına göre:
Electronic Frontier Foundation (EFF) ise ifade özgürlüğünün platformların keyfi uygulamalarıyla bastırıldığını vurgulayarak “dijital apartheid” terimini gündeme taşıdı. EFF, algoritmik manipülasyonun temel insan haklarına aykırı olduğunu savunarak platformları şeffaflığa davet etti.
Yalnızca dışarıdan değil, teknoloji şirketlerinin içinden de sesler yükselmeye başladı. Google ve Amazon çalışanlarının başını çektiği “No Tech for Apartheid” adlı kampanya, bu şirketlerin İsrail ordusuyla olan iş birliklerine son vermesi çağrısıyla gündeme geldi.
Bu iç direniş, dijital sektörde etik kaygıların sadece dış baskılarla değil, şirket içi bilinçle de büyüdüğünü gösteriyor.
Dijital sansüre karşı en dikkat çekici kampanya, 2024 başlarında TikTok ve X kullanıcıları tarafından başlatılan #Blockout2024 etiketiyle duyuruldu. Bu kampanya:
Ayrıca kampanya, “algoritmaya rağmen hakikati yayma” konusunda stratejik yollar önerdi:
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) nezdinde, sosyal medya platformlarının Gazze’deki savaş suçlarını örtbas etmeye yönelik uygulamaları da dolaylı delil olarak sunulmaya başlandı. İnsan hakları hukukçuları:
Uluslararası tepkiler ve dijital direniş, sansür mekanizmalarının mutlak olmadığını ve alternatif dijital mücadele biçimlerinin geliştirilebileceğini gösteriyor. Her kaldırılan gönderi, her kapatılan hesap, küresel vicdanın biraz daha fazla uyanmasına neden oluyor. Çünkü artık sadece bombalar değil, algoritmalar da öldürüyor; ama karşılarında direnenler, gerçekleri silmeye çalışan sistemlere karşı dijital hafızayı inşa etmeye devam ediyor.
Gazze’de yerle bir edilen yalnızca binalar değil, insanlık onurudur. Siyonist rejimin bombaları bedenleri hedef alırken, dijital medya devlerinin algoritmaları ise gerçeği hedef alıyor. Bu çağda yalnızca savaş cephede değil; ekranlarda, akışlarda, filtrelenmiş arama sonuçlarında, silinmiş gönderilerde, susturulmuş hesaplarda da sürüyor. Filistinlilerin sesi, yalnızca ölüm sessizliğinde değil; aynı zamanda büyük teknoloji şirketlerinin "kullanım politikaları" adı altına gizlenmiş kurumsal sessizliğinde de kayboluyor.
Ancak ne kadar sansürlenirse sansürlensin, bir hakikatin önünde sonunda yankılanacağı bir yer, bir zihin, bir kalp mutlaka vardır. Bu nedenle; her kaldırılan içerik, her engellenen hesap, her bastırılmış ses, aynı zamanda daha güçlü bir küresel vicdan çağrısına dönüşüyor. Çünkü dijital çağın karanlığına karşı en büyük ışık, susmayan ve unutmayan insanlardır.