News-1

Sıcak Bölgeler

Bölgesel Ateş, Küresel Tehdit: İran–İsrail İşgal Rejimi Çatışmasının Tüm Boyutları

İran ve İşgalci İsrail arasındaki uzun süredir beklenen sıcak çatışma resmen başladı. Karşılıklı füze ve İHA saldırıları, suikastlar ve doğrudan askeri hedeflere yönelik operasyonlarla bölge tam anlamıyla savaş atmosferine girdi. Küresel güçler ve İslam coğrafyası diken üstünde.

Eklenme: 16.06.2025 15:53:06 | Güncelleme: 16.06.2025 17:22:55
Bu Haberi
Paylaş

GERGİNLİĞİN KÖKENİ: ONLARCA YILLIK HUSUMET

Orta Doğu’da alevlenen İranişgal rejimi savaşı, yalnızca iki aktör arasındaki askeri çatışmalardan ibaret değil. Bu savaş, 1979 İran İslam Devrimi ile başlayan ve yıllar içinde derinleşen ideolojik ve stratejik bir hesaplaşmanın doğrudan sonucudur. İşgal rejiminin bölgedeki üstünlük politikaları ile İran’ın “direniş ekseni” liderliği hedefi, aralarındaki düşmanlığı yalnızca bölgesel değil, küresel bir güvenlik krizine dönüştürdü. Bugün yaşanan sıcak çatışmalar, onlarca yıl boyunca ilmek ilmek örülen düşmanlık zincirinin son halkasını temsil ediyor.

TARİHİ KÖKENLER: 1979 ÖNCESİ VE SONRASI

1979 İran Devrimi öncesi dönemde İran ile İsrail işgal rejimi arasında doğrudan diplomatik ve ticari ilişkiler mevcuttu. İran, işgal rejimini tanıyan ilk Müslüman ülkelerden biriydi ve bu dönemde taraflar arasında enerji iş birlikleri, istihbarat koordinasyonu ve askeri danışmanlıklar yürütülüyordu. Ancak devrim sonrası Humeyni’nin liderliğinde kurulan yeni rejim, işgal rejimini gayrimeşru ilan etti, Filistin davasını dış politikasının merkezine yerleştirdi ve Tel Aviv’deki işgal rejimi büyükelçiliğini Filistin Kurtuluş Örgütü’ne devretti. Bu radikal kırılma, Orta Doğu'da yeni bir cepheleşmenin temelini attı.

HİBRİT DÜŞMANLIK DÖNEMİ: 1980’LERDEN BUGÜNE

1982 Lübnan Savaşı, İran ile işgal rejimi arasındaki düşmanlığın açık çatışmaya dönüştüğü dönüm noktalarından biri oldu. İran, işgal güçlerinin Lübnan’ı işgali sonrası Şii direniş örgütü Hizbullah’ı kurarak sahadaki askeri varlığını kalıcılaştırdı. Aynı zamanda Gazze ve Batı Şeria’daki direniş gruplarına — özellikle Hamas ve İslami Cihad hareketlerine — ciddi düzeyde askeri ve mali destek sağlayarak işgal rejiminin güvenlik dengelerini hedef aldı. Bu grupların işgal altındaki topraklara düzenlediği operasyonlar, işgal rejiminin bölgede daha sert askeri yöntemlere başvurmasına zemin hazırladı.

NÜKLEER PROGRAM VE SUİKASTLAR

2000’li yıllarda İran’ın nükleer faaliyetleri, işgal rejimi tarafından “varoluşsal tehdit” olarak tanımlandı. Bu söylem doğrultusunda işgal rejiminin istihbarat servisi Mossad, İran’daki nükleer bilim insanlarına yönelik suikastlara başladı. 2010–2020 yılları arasında en az altı üst düzey İranlı bilim insanı, işgal rejiminin düzenlediği saldırılarda öldürüldü. İran bu operasyonlara karşı doğrudan askeri karşılık vermekten kaçınsa da siber saldırılar ve bölgedeki vekil güçler üzerinden misilleme stratejisini benimseyerek asimetrik savaş alanında denge kurmaya çalıştı.

GİZLİ SAVAŞLAR: SİBER SALDIRILAR, SABOTAJLAR, AJAN OPERASYONLARI

İşgal rejiminin yürüttüğü gizli savaş, yalnızca suikastlarla sınırlı kalmadı. 2021 yılında İran’ın nükleer arşivine ait belgeler, Tahran’dan çalınarak işgal rejimi topraklarına kaçırıldı. Bunun yanı sıra Natanz nükleer tesisine yerleştirilen ve Stuxnet adlı bir siber virüs aracılığıyla yürütülen sabotaj, İran’ın uranyum zenginleştirme kapasitesine büyük zarar verdi. İran ise bu saldırılara karşı Irak, Suriye ve Lübnan’daki vekil güçleri üzerinden işgal rejimi üslerine yönelik füze ve İHA saldırılarını artırdı. Ayrıca yurt dışında işgal rejimi diplomatlarını hedef alan saldırılarla hibrit savaş doktrinine karşılık verdi.

DİPLOMASİNİN YOKLUĞU VE KİN SİYASETİ

İran ile işgal rejimi arasında gerçek anlamda bir diplomatik kanal hiçbir zaman kurulamadı. İran yönetimi, işgal rejimini “meşruiyetsiz ve yok edilmesi gereken bir oluşum” olarak nitelendirirken, işgal rejimi de İran’ı “uluslararası terör destekçisi” ilan ederek her türlü iletişim kapısını kapalı tuttu. ABD'nin her dönemde işgal rejiminin yanında durması ve İran’a karşı ağır yaptırımlar uygulaması, bu keskin kopuşu kalıcılaştırdı. Öte yandan işgal rejiminin 2020 sonrası imzaladığı Abraham Anlaşmaları ile bazı Arap ülkeleriyle normalleşme sürecine girmesi, İran’a yönelik bölgesel kuşatma stratejisi olarak kurgulandı. Tahran ise bu politikaya karşılık olarak Suriye, Irak, Yemen ve Lübnan’da etkinliğini artırarak direniş eksenini tahkim etti.

DÖNÜM NOKTASI: ŞAM SALDIRISI VE FÜZE YANITI

Orta Doğu’nun kaderini değiştiren 1 Nisan 2024 günü, işgal rejimi savaş uçaklarıyla Suriye’nin başkenti Şam’daki İran Konsolosluğu binasını hedef aldı. Bu saldırı, İran’ın üst düzey askeri personelini doğrudan hedef alırken, uluslararası hukuk açısından da büyük bir tartışma yarattı. İran yönetimi bu saldırıyı doğrudan kendi egemenliğine yönelik bir savaş ilanı olarak değerlendirdi ve tarihte ilk kez işgal rejimi topraklarına yüzlerce füze ve insansız hava aracıyla geniş çaplı bir saldırı düzenledi. Bu karşılıklı hamleler, yıllardır hibrit yollarla yürütülen örtülü savaşı açık ve çok cepheli bir çatışmaya dönüştürdü.

ŞAM SALDIRISI: BİR KONSOLOSLUĞUN YIKIMI

İşgal rejiminin Şam’daki İran konsolosluk binasını hedef alan hava saldırısı, sadece diplomatik dokunulmazlığı ihlal etmekle kalmadı, aynı zamanda İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü’nden üst düzey isimlerin hayatını kaybetmesine neden oldu. Bu saldırı, uluslararası ilişkilerde çok nadir görülen bir eylem türüydü: diplomatik statüdeki bir tesise doğrudan füze atışı. İran yetkilileri, saldırıda ölenler arasında Kudüs Gücü’nün Suriye–Lübnan koordinasyonunu sağlayan önemli askeri figürlerin de bulunduğunu açıkladı. Bu durum, İran kamuoyunda geniş infiale yol açarken, karşılığının çok ağır olacağı yönünde mesajlar verildi.

İRAN’DAN TARİHİNDE İLK KEZ: DOĞRUDAN FÜZE SALDIRISI

İran, Şam saldırısına 13 Nisan 2024’te yanıt verdi. İlk kez doğrudan işgal rejimi topraklarını hedef alan geniş çaplı bir füze ve İHA operasyonu başlattı. İran’ın çeşitli bölgelerinden fırlatılan yaklaşık 300 füze ve kamikaze drone, işgal rejiminin hava savunma sistemlerini zorladı. Saldırılar, Negev, Kudüs, Golan Tepeleri ve işgal altındaki Filistin topraklarındaki çeşitli askeri ve altyapı noktalarını hedef aldı. İşgal rejimi, saldırının büyük bölümünü ABD ve İngiltere destekli savunma sistemleriyle durdurduğunu iddia etse de bazı hedeflere isabet eden mühimmatlar ciddi hasar yarattı. Bu saldırı, İran’ın “doğrudan karşılık” doktrininin ilk sahaya sürülüşüydü.

SAVAŞ CEPHESİ AÇILDI: BİLGİ, DRONE, FÜZE

İran’ın saldırısı, sadece fiziksel yıkım değil, aynı zamanda bir stratejik paradigma değişikliğiydi. Artık savaş vekiller üzerinden değil, doğrudan iki devlet arasında sürüyordu. İşgal rejimi, ardından birkaç gün süren misillemelerle İran içindeki hedefleri (özellikle İsfahan ve çevresindeki askeri ve nükleer altyapıları) vurdu. Aynı zamanda Lübnan’dan Hizbullah ve Yemen’den Husiler, İran’ın yanında cepheye dahil oldu. Golan Tepeleri’nde çatışmalar yoğunlaştı, işgal rejimi kuzey cephesine ağır askeri sevkiyat gerçekleştirdi. Karşılıklı siber saldırılar da altyapı, medya ve savunma sistemlerini hedef almaya başladı.

ULUSLARARASI TEPKİLER VE HUKUKİ BOYUT

İran konsolosluğuna düzenlenen saldırı, uluslararası hukukun açık bir ihlali olarak değerlendirilse de Batı ülkeleri tepkilerini sınırlı tuttu. Birleşmiş Milletler, saldırıyı “son derece kaygı verici” olarak nitelendirse de işgal rejimini doğrudan kınamaktan kaçındı. Buna karşın İran’ın doğrudan askeri karşılığı, birçok Batılı başkentte “bölgesel istikrarsızlık riski” gerekçesiyle eleştirildi. ABD, Birleşik Krallık ve Fransa gibi ülkeler, işgal rejiminin yanında pozisyon alarak İran’a yönelik yeni yaptırımları gündeme getirdi.

SAVAŞ CEPHELERİ: HAVA, SİBER, VEKİL GÜÇLER

İran ve işgal rejimi arasındaki çatışmalar, klasik savaş tanımının ötesine geçti. Sadece devlet orduları değil, vekil gruplar, siber saldırı birimleri ve insansız hava araçlarıyla yürütülen hibrit çatışma yapısı, savaşın sınırlarını belirsizleştiriyor. Gelişmiş hava savunma sistemlerinin çarpıştığı gökyüzünde, dijital altyapılar çökertiliyor; Golan Tepeleri’nden Gazze’ye, Yemen’den Irak’a kadar pek çok bölgede çatışmalar tırmanıyor. Artık bu savaş, sadece İran ile işgal rejimi arasında değil; vekalet savaşlarıyla tüm bölgeye yayılmış durumda.

GÖKYÜZÜNDE SAVAŞ: FÜZE, İHA, HAVA SAVUNMA

İran’ın 13 Nisan’daki saldırısıyla başlayan doğrudan çatışma, hava sahasını bir savaş meydanına dönüştürdü. İran, yüzlerce füze ve İHA’yı aynı anda fırlatarak işgal rejiminin Demir Kubbe, David’s Sling ve Arrow savunma sistemlerini sınamaya çalıştı. Gökyüzünde yaşanan bu “savunma/karşı koyma savaşı,” teknolojik üstünlüğün sınandığı bir platforma dönüştü. İşgal rejimi ABD’nin radar sistemleri ve destekli füze savunma kapasitesiyle saldırıların çoğunu önlediğini iddia etti, ancak bazı askeri bölgelerin hedef alındığı doğrulandı. İran ise saldırılarının “stratejik mesaj” taşıdığını belirterek caydırıcılık sağlamayı amaçladığını açıkladı.

SİBER CEPHELER: GÖRÜNMEYEN SAVAŞ

Fiziksel saldırılarla eş zamanlı olarak iki taraf arasında yoğun bir siber savaş da başladı. İran’a yakın gruplar, işgal rejiminin ulusal altyapılarına ve kamu sistemlerine yönelik siber saldırılar düzenledi. Su arıtma tesisleri, havaalanları, tren istasyonları ve medya kuruluşları bu saldırılardan etkilendi. İşgal rejimi de misilleme olarak İran’ın hava trafik sistemleri, nükleer enerjiyle bağlantılı dijital altyapıları ve devlet kurumlarının veri merkezlerine karşı siber operasyonlar gerçekleştirdi. Bu görünmez cephede yürütülen savaş, taraflar için “ekonomik ve psikolojik yıpratma” aracı haline geldi.

VEKALET CEPHELERİ: HİZBULLAH, HUSİLER, IRAK’TAKİ GRUPLAR

İran’ın bölgesel etkisi, savaşın daha geniş bir alana yayılmasına neden oldu. Özellikle Hizbullah, işgal rejimi ile yaşanan çatışmada kuzey cephesini açtı. Lübnan sınırında artan gerilim sonucu karşılıklı top atışları ve füze saldırıları tırmandı. Golan Tepeleri’nde yoğun çatışmalar yaşanırken, işgal güçleri kuzey cepheye büyük askeri sevkiyat başlattı.

Yemen’deki Husiler, İran’a destek vererek Kızıldeniz hattında işgal rejimi gemilerini hedef aldı. Aynı şekilde Irak’taki İran yanlısı gruplar da ABD üslerine yönelik saldırılarını artırdı. Bu grupların savaşa dahil olması, İran’ın konvansiyonel sınırları dışında da “asimetrik baskı” mekanizması kurmasına olanak sağladı.

GAZZE, SURİYE VE BATI ŞERİA’DA EŞ ZAMANLI SALDIRILAR

İşgal rejimi, İran’la yaşadığı savaşta sadece dış cephelerle değil, işgal altındaki Filistin topraklarında da operasyonlarını artırdı. Gazze Şeridi’ne yönelik bombardımanlar devam ederken, Batı Şeria’da toplu gözaltılar ve baskınlar hız kazandı. Suriye’de İran’a ait üsler, havaalanları ve silah konvoyları hedef alındı. Bu çok yönlü saldırılar, işgal rejiminin İran’la savaşırken aynı anda bölgedeki direniş odaklarını da ezmeye çalıştığını gösteriyor.

KÜRESEL GÜÇLERİN GÖLGESİ: İRAN–İŞGAL REJİMİ SAVAŞINDA ABD, RUSYA, ÇİN VE DİĞER AKTÖRLER

Orta Doğu’da sıcak cepheler hararetle işlerken, savaşın perde arkasında çok daha büyük bir güç mücadelesi yaşanıyor. İran ve işgal rejiminin doğrudan karşı karşıya geldiği bu yeni savaşta, sahadaki her füzenin, her açıklamanın, her adımın arkasında küresel aktörlerin stratejik hesapları bulunuyor. ABD başta olmak üzere Batılı devletlerin işgal rejimine açık desteği, çatışmayı bölgesel olmaktan çıkarıp jeopolitik bir krize dönüştürüyor. Öte yandan Rusya, Çin ve Türkiye gibi ülkeler savaşın büyümemesi için diplomatik manevralar yürütüyor.

ABD: İŞGAL REJİMİNİN AÇIK DESTEKÇİSİ

ABD, işgal rejiminin başlıca siyasi, askeri ve ekonomik destekçisi olarak savaşın fiili taraflarından biri konumunda. Şam’daki İran konsolosluğuna yapılan saldırının ardından İran’ın düzenlediği füze saldırıları karşısında, Washington işgal rejimine tam destek açıklamasında bulundu. Pentagon, bölgeye uçak gemileri ve savaş uçakları sevk ederek “caydırıcılık” gerekçesiyle askeri yığınak yaptı. Ayrıca işgal rejiminin hava savunma sistemlerine destek için Patriot bataryaları, THAAD sistemleri ve ABD yapımı radar sistemleri devreye alındı. Biden yönetimi, İran’a karşı daha fazla yaptırım uygulamayı ve bölgedeki müttefiklerle yeni savunma anlaşmaları yapmayı gündemine aldı.

RUSYA: NATO BASKISINA KARŞI DENGELEYİCİ TUTUM

Rusya, İran ile stratejik ortaklığını korurken, savaşın doğrudan büyümesinden yana değil. Şam’daki konsolosluk saldırısı sonrasında Moskova, işgal rejimini diplomatik sınırları ihlal etmekle suçladı. Rusya Dışişleri Bakanlığı, saldırının hem uluslararası hukuka hem de Viyana Sözleşmeleri’ne aykırı olduğunu vurguladı. Aynı zamanda Rusya, İran’ın askeri kapasitesine destek verirken, doğrudan bir savaşa sürüklenmemesi için diplomatik baskılar da uyguluyor. Ukrayna savaşında Batı’ya karşı denge arayan Moskova, İran’ı kaybetmek istemiyor ancak bölgedeki çatışmanın NATO’yu daha da güçlendirmesini de engellemek istiyor.

ÇİN: PETROL, TİCARET VE BARIŞ DİPLOMASİSİ

Çin, İran’ın en büyük ticaret ortaklarından biri ve enerji ithalatında kilit bağımlılığa sahip. Bu nedenle çatışmanın büyümesi Pekin için doğrudan ekonomik risk anlamına geliyor. Çin yönetimi, 2023’te Suudi Arabistan ile İran arasında arabuluculuk yaparak diplomatik normalleşmeyi sağlamıştı. Şimdi benzer bir diplomasi için işgal rejimine doğrudan mesajlar gönderiyor. Çin Dışişleri Bakanlığı, savaşın “bölgesel yıkıma ve küresel istikrarsızlığa yol açacağını” belirterek taraflara itidal çağrısında bulundu. Öte yandan Pekin, ABD’nin Orta Doğu’daki askeri varlığını artırmasını “bölgesel gerilimi tırmandırıcı” bir hamle olarak görüyor.

TÜRKİYE: DENGE POLİTİKASI VE DİPLOMASİ ARAYIŞI

Türkiye, her iki tarafla da iletişim kanallarını açık tutmaya çalışarak bölgesel barışı sağlama iddiasında. Şam’daki konsolosluk saldırısını “uluslararası hukuka aykırı” olarak nitelendiren Ankara, İran’ın misillemesinin ardından tüm taraflara itidal çağrısında bulundu. Dışişleri Bakanlığı, savaşın bölgesel bir felakete dönüşmeden sonlandırılması gerektiğini vurgularken, hem Tahran hem Tel Aviv hattında diplomatik görüşmeler gerçekleştirdi. Türkiye'nin dengeli tutumu, hem İslam dünyasındaki prestiji hem de bölgesel liderlik iddiası açısından kritik önemde.

ARAP ÜLKELERİ: NORMALLEŞME ÇIKMAZI VE SESSİZLİK

Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas gibi işgal rejimiyle normalleşen Arap ülkeleri, savaş karşısında sessizliğe büründü. Kamuoyunda işgal rejiminin saldırganlığına karşı artan tepkilere rağmen, resmi açıklamalar dikkatli ve nötr düzeyde kaldı. Suudi Arabistan ise İran’la yeniden tesis edilen diplomatik ilişkiler nedeniyle doğrudan bir taraf almak istemiyor. Ancak Körfez bölgesinde güvenlik endişeleri nedeniyle savunma önlemleri artırılmış durumda.

AVRUPA BİRLİĞİ VE BATI BLOKU: ÇİFTE STANDART POLİTİKASI

Avrupa Birliği, konsolosluk saldırısına kayıtsız kalarak işgal rejiminin uluslararası hukuku ihlal etmesine göz yumdu. Buna karşın İran’ın füze yanıtı sonrası “orantısız saldırı” eleştirilerinde bulundu. Fransa ve Almanya, İran’a yönelik yeni yaptırımları savunurken, işgal rejiminin saldırgan politikalarını meşrulaştıran bir diplomasi yürütüyor. Bu durum, İslam coğrafyasında Batı’nın çifte standartlı tutumunu bir kez daha gözler önüne serdi.

ENERJİ PİYASALARINA ETKİ: PETROL, BOĞAZLAR VE KÜRESEL KRİZ RİSKİ

Sıcak çatışma, küresel enerji güvenliğini tehdit eden bir boyuta ulaştı. İran’ın Hürmüz Boğazı üzerindeki kontrolü ve Körfez ülkelerinin savaş ihtimaline karşılık üretimi kısmaya başlaması, petrol ve doğalgaz fiyatlarında keskin dalgalanmaları tetikledi. İşgal rejimiyle yaşanan doğrudan savaş ortamı, sadece askeri değil, ekonomik ve stratejik bir çöküş riskini de beraberinde getiriyor. Uluslararası piyasalar diken üstünde, enerji güvenliği kavramı yeniden yazılıyor.

HÜRMÜZ BOĞAZI: DÜNYANIN EN KIRILGAN ENERJİ GEÇİDİ

Hürmüz Boğazı, günlük yaklaşık 18 ila 20 milyon varil petrolün geçtiği, dünya petrol ticaretinin %20’sini taşıyan dar bir geçit. Bu boğaz aynı zamanda Katar’ın sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ihracatının da can damarı. İran, coğrafi olarak bu boğazın güney kıyılarını kontrol ediyor ve donanması aracılığıyla burada stratejik baskı oluşturabiliyor. 2025 Haziran ayı itibarıyla İran Devrim Muhafızları, bölgede tatbikatlarını artırdı, birçok ticari tankeri durdurdu, bazılarını yönlendirdi. Tahran “fiilen kapanma yok” dese de fiilî yavaşlatma politikası yürütüyor.

PETROL VE LNG FİYATLARINDA PANİK DALGALANMASI

Brent petrolü, savaşın ilk haftasında $96 seviyesine, ardından gelen açıklamalarla tekrar $88–90 bandına gerilese de dalgalanma şiddetlendi. WTI fiyatları benzer bir seyir izledi. Avrupa’da enerji borsaları, İran’a yönelik yaptırım riskleri ve arzın sıkılaşacağı korkusuyla stres altına girdi. Katar’dan çıkan LNG tankerlerinin rotalarının değişmesi ve geçiş güvenliği endişeleri, kış aylarına hazırlanan Avrupa ülkelerinde doğal gaz fiyatlarında %15’i aşan artışa neden oldu.

TANKER SAVAŞI VE DENİZ SİGORTASI KRİZİ

İran’ın boğaz çevresindeki askeri hareketliliği nedeniyle deniz ticareti yavaşladı. Özellikle ABD’li ve Avrupalı enerji şirketleri, gemilerinin Hürmüz Boğazı’ndan geçmesini askıya aldı ya da sigorta maliyetleri nedeniyle erteliyor. Lloyd's of London gibi büyük deniz sigorta kuruluşları “yüksek riskli bölge” uyarısı yayınladı. Savaş bölgesine giren gemiler için savaş riski primi adı altında ek maliyetler konulmaya başlandı. Bu da taşıma başına milyonlarca dolar ek yük anlamına geliyor.

YAPTIRIMLARIN ETKİSİ: PETROL ARZI DARALIYOR

ABD ve AB, İran’a karşı yeni yaptırım paketleri hazırlarken, bu durum İran’ın ham petrol satışlarını azaltma riski taşıyor. Çin, İran’ın ana müşterilerinden biri olmasına rağmen, yaptırım baskısıyla bazı alımları dondurdu. Bu, küresel arz tarafında günde 1,5–2 milyon varillik bir açık yaratma potansiyeline sahip. Suudi Arabistan ve BAE gibi Körfez ülkeleri üretimi artırmak için baskı altında, ancak hem iç siyasi riskler hem de işgal rejimiyle askeri koordinasyonları, bu kapasitenin tam kullanılmasını engelliyor.

SAVAŞIN ENERJİ SİYASETİNE ETKİLERİ

Enerji savaşın hem ekonomik silahı hem de siyasi pazarlık kartı haline geldi. İran, petrol arzını kullanarak Batı’ya baskı uygularken; işgal rejimi, bölgeyi istikrarsızlaştırarak Körfez ülkelerini kendi güvenlik şemsiyesi altında tutmaya çalışıyor. ABD bu nedenle hem askeri hem enerji güvenliği açısından bölgedeki varlığını artırıyor. Öte yandan, Rusya bu krizden faydalanarak Batı’ya enerji üzerindeki bağımlılığı artırmaya çalışıyor. Çin ise, enerji arzının istikrarsızlaşmasını önlemek için sessiz ama etkili bir diplomasi yürütüyor.

İSLAM COĞRAFYASINDA BÖLÜNME VE BEKLEYİŞ

İran–işgal rejimi savaşı, İslam dünyasını bir araya getirmek yerine daha da bölmüş durumda. İran’ın “Kudüs için savaşıyoruz” söylemine rağmen Arap dünyasından destek sınırlı kaldı. Türkiye ve Katar gibi ülkeler taraflar arasında diplomasi yürütmeye çalışırken, işgal rejimiyle normalleşme sürecine giren ülkeler ise sessizliğe gömüldü. Mezhep temelli kutuplaşmalar ve siyasi hesaplar, ümmetin ortak duruş sergilemesini engelliyor.

MEZHEBİ AYRIŞMA: Şİİ–SÜNNİ KUTUPLAŞMASI DERİNLEŞİYOR

İran’ın savaşa yüklediği ideolojik anlam, özellikle Şii eksenli direniş söylemi, bazı Sünni ülkelerde kuşku ve çekinceyle karşılandı. İran'ın Filistin meselesine sahip çıkışı İslami camiada takdir görse de bu sahiplenme mezhebi çizgilerle sınırlı bir etki yaratıyor. Körfez'deki bazı Sünni yönetimler, İran’ın güçlenmesini doğrudan bir güvenlik tehdidi olarak görüyor. Bu da işgal rejiminin saldırgan politikalarına karşı güçlü bir İslam ittifakının kurulmasının önündeki en büyük engellerden biri haline geliyor.

TÜRKİYE, KATAR VE PAKİSTAN: DENGE ARAYANLAR

Türkiye, savaşın başından bu yana taraflara itidal çağrısı yapan nadir aktörlerden biri oldu. Ankara, hem İran hem işgal rejimiyle diyaloğu açık tutarak bölgesel bir barış denklemi kurmaya çalışıyor. Katar da benzer bir pozisyon alarak arabuluculuk önerileri sundu. Pakistan ise, iç politik krizler ve ekonomik çöküş nedeniyle doğrudan pozisyon almaktan uzak duruyor. Bu üç ülke, Müslüman kamuoyunun savaş karşıtı seslerini taşısa da sahada net bir etki üretemedi.

İŞGAL REJİMİYLE NORMALLEŞEN ARAP ÜLKELERİNİN SESSİZLİĞİ

Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas ve Sudan gibi işgal rejimiyle normalleşme adımları atan ülkeler, savaş boyunca suskun kaldı. Ne Şam’daki konsolosluk saldırısına ne de işgal güçlerinin bölgeyi hedef alan operasyonlarına açık bir kınama gelmedi. Kamuoyunda artan tepkilere rağmen yönetimler Batı eksenli çizgilerini korudu. Bu sessizlik, hem işgal rejimine doğrudan cesaret veriyor hem de İslam dünyasında bir utanç vesikası olarak görülüyor.

GAZZE VE FİLİSTİN CEPHESİ: ÇİFTE YALNIZLIK

Savaşın gölgesinde kalan Filistin halkı ise iki taraflı bir yalnızlık yaşıyor. İran’ın “Kudüs intikamı” söylemi, sahada Gazze için somut bir kazanım üretmiyor. İşgal rejimi bu dönemde Gazze’ye yönelik saldırılarını artırdı, Batı Şeria’da baskınlarını yoğunlaştırdı. Filistinli gruplar İran’la sınırlı dayanışma içinde, ancak İslam dünyasının geri kalanından ciddi bir destek görmüyorlar. Gazze halkı, savaşın gürültüsünde yine unutulan cephe oldu.

DİYANETLER, İTTİFAKLAR VE ORTAK SÖYLEM YOK

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), savaş sürecinde yine etkin bir duruş sergileyemedi. Ne kolektif bir kınama bildirisi ne de ortak diplomatik girişimler gündeme gelebildi. İslami STK’lar, bazı ülkelerde protestolar ve açıklamalarla tepki göstermeye çalışsa da bu sesler küresel düzeyde yankı bulmadı. Her ülke, kendi mezhebi ve stratejik pozisyonuna göre farklı refleksler veriyor. Bu da İslam ümmetinin parçalanmışlığını ve kolektif bilincin zayıflığını gözler önüne seriyor.

SAVAŞIN YARINLARI: İRAN–İŞGAL REJİMİ ÇATIŞMASINDA OLASI SENARYOLAR

İran–işgal rejimi savaşı, Orta Doğu'da on yıllardır biriken gerilimlerin sonucuydu; ancak şimdi bu kriz, bölgeyi ve dünyayı doğrudan etkileyebilecek üç farklı yola sapabilir. Tarafların karşılıklı misillemeleri ve vekil güçlerin devreye girmesiyle savaş zaten sınırlı çatışma boyutunu aşmış durumda. Önümüzdeki süreçte yaşanacak gelişmeler, bu savaşın ya kontrollü biçimde sınırlandırılmasını ya da büyük bir bölgesel felakete ve hatta küresel çaplı çatışmaya dönüşmesini belirleyecek.

SENARYO 1 – SINIRLI SAVAŞ VE DENGELEME POLİTİKASI

Bu senaryoda savaş, karşılıklı hava saldırıları, füze ve İHA operasyonları ile devam eder; ancak kara savaşı veya çok cepheli bölgesel genişleme yaşanmaz. ABD’nin işgal rejimine verdiği destek, İran’ın ise kontrollü misilleme stratejisiyle sınırlı kalması; çatışmanın vekil unsurlar ve teknolojik üstünlükler üzerinden yürütülmesine neden olur. Bu durumda siber saldırılar, kritik altyapılara sabotajlar, casusluk faaliyetleri ve medya üzerinden yürütülen psikolojik savaş belirleyici olur. Bu senaryo, yüksek tansiyona rağmen diplomatik müdahalelere açık bir yapıya sahiptir.

Olası sonuçlar:

  • Petrol ve gaz fiyatlarında dalgalı ama yönetilebilir artış
  • Hizbullah, Haşdi Şabi ve Husiler gibi gruplarla sınırlı çatışmalar
  • Körfez ülkeleri gergin ama doğrudan savaşın dışında
  • Küresel diplomasiye alan açılır

SENARYO 2 – ÇOK CEPHELİ BÖLGESEL SAVAŞ

Bu senaryoda savaş sadece İran ile işgal rejimi arasında kalmaz. Lübnan’dan Yemen’e, Irak’tan Suriye’ye kadar pek çok cephe eş zamanlı olarak çatışmaya dahil olur. Hizbullah, işgal rejimiyle açık savaşa girer; Husiler, Kızıldeniz ve Arap Denizi hattında gemilere saldırır; Irak’taki milis güçler ABD üslerini hedef alır. Aynı zamanda Gazze ve Batı Şeria’daki işgal karşıtı direniş hareketleri de savaş atmosferinde yeniden güç kazanır. İşgal rejimi iç cephede güvenlik krizine girerken, ABD bu savaşa doğrudan askeri müdahalede bulunmak zorunda kalabilir.

Olası sonuçlar:

  • Hürmüz Boğazı tamamen kapanabilir
  • Küresel enerji krizi derinleşir
  • On binlerce sivilin hayatı tehlikeye girer
  • Bölge ülkeleri taraf seçmek zorunda kalır
  • Filistin meselesi yeniden dünya gündeminin merkezine yerleşir

SENARYO 3 – KÜRESEL KRİZ VE BÜYÜK ÇATIŞMA

En karanlık senaryoya göre, savaş büyük güçlerin doğrudan cepheleştiği bir yapıya dönüşür. İşgal rejimi, İran'ın nükleer altyapısını yok etmek üzere kapsamlı saldırılar başlatır. İran, buna bölgedeki ABD üslerini hedef alarak ve küresel ticaret akışını sabote ederek yanıt verir. Çin ve Rusya, ABD'nin müdahalesine karşı dengeleyici adımlar atar. Bu durumda çatışma, NATO–Şanghay İşbirliği Örgütü ekseninde kutuplaşmaya gidebilir. Gıda, enerji ve finans piyasaları sarsılır, küresel çapta büyük bir ekonomik durgunluk baş gösterir.

Olası sonuçlar:

  • İran’ın müttefiklerine yönelik geniş çaplı yaptırımlar
  • ABD ve NATO güçlerinin Körfez’e askerî sevkiyatı
  • Çin ve Rusya'nın müdahil olduğu bir vekalet rekabeti
  • Uluslararası hukuk ve BM sistemi üzerindeki inandırıcılığın çökmesi
  • Mülteci krizi ve sivil altyapının çökmesiyle büyük bir insani felaket

İşgal rejimi, yıllardır uyguladığı işgal politikaları, suikastlar, ambargolar ve katliamlarla sadece toprak değil; ümmetin sinir uçlarını da gasp etti. Bu savaşta Kudüs'ün adı geçiyor olabilir, ama asıl hedef; direnişi tümden yok etmek, bölgeyi teslim almak ve Siyonist tahakkümü Orta Doğu’ya kalıcı olarak dayatmaktır. ABD ise bu işgalin sadece sponsoru değil; askeri, diplomatik ve ekonomik her adımıyla bu zulmün ana aktörüdür. Bizzat koruyup kolladığı işgal rejimini, BM masasındaki vetolarıyla dokunulmaz kılan, Avrupa ile birlikte bu suça ortak olandır.

Birleşmiş Milletler çökmüştür. Avrupa Birliği susmuştur. İnsan hakları savunuculuğu kisvesiyle tüm dünyaya ayar veren Batı, şimdi çocukları öldüren, hastaneleri vuran, şehirleri yok eden işgal rejimine karşı gözlerini yummaktadır. Hukuk değil, çıkar konuşmakta; ahlak değil, silah satışı belirlemektedir tutumları…