Tel Aviv yönetimi, İran’ı değil, ABD’yi hedefe yönlendiren bir savaş senaryosunun zeminini hazırlıyor. Fordo gibi yer altındaki derin nükleer tesislere ulaşamayan işgal rejimi, bu engeli aşmak için gözünü Washington’a dikmiş durumda.
Eklenme: 19.06.2025 12:10:41 | Güncelleme: 19.06.2025 17:01:53Orta Doğu yeni bir kırılma noktasına doğru sürükleniyor. Siyonist rejim, İran’ın nükleer programını askeri yollarla durdurma arzusunu yıllardır dile getiriyor. Ancak asıl mesele, bu hedefi kendi gücüyle başaramayacağını artık açıkça kabullenmiş olması. İran’ın Fordo gibi yerin onlarca metre altına inşa ettiği nükleer tesisler, işgal rejiminin konvansiyonel mühimmatlarıyla vurulamayacak kadar korunaklı. Tel Aviv’in hamleleri, doğrudan Tahran’a değil, dolaylı olarak Washington’a yönelmiş durumda. Savaşın fitilini ateşleyip çekilmek; kalanını ise ABD’ye bırakmak... Görünüşe göre plan bu.
Fordow Yakıt Zenginleştirme Tesisi, İran'ın en gizli ve sıkı şekilde korunan nükleer tesislerinden biri.
— Afroasya Today (@afroasyatoday) June 18, 2025
⚫ Tahran'a 160 km uzaklıktaki bir dağın metrelerce altında gizlenen tesis, Soykırımcı İsrail’in saldırılarının en büyük hedefi. https://t.co/Hvr8ECKaoJ pic.twitter.com/dUpH4iC0Bo
İran’ın Fordo nükleer zenginleştirme tesisi, yalnızca nükleer teknoloji açısından değil, askeri savunma stratejisi bakımından da dünyanın en tartışmalı merkezlerinden biri. Kum kenti yakınlarında, sağlam granit kayaçların altına inşa edilen bu tesisin bazı bölümlerinin yer yüzeyinden yaklaşık 90 metre derinlikte olduğu belirtiliyor. Tesisin bu kadar derine yapılmasının temel amacı, havadan yapılacak saldırılara karşı neredeyse doğal bir zırh oluşturmak.
Bu zırh, işgal rejiminin askeri kapasitesini fiilen sınırlandırıyor. Siyonist rejimin elinde bulunan en güçlü delici mühimmatlar –örneğin GBU‑28 tipi bombalar– 30 metreye kadar beton veya toprak penetrasyon kapasitesine sahip. Ancak Fordo’nun bulunduğu derinlik, bu mühimmatları tamamen etkisiz kılıyor. Ayrıca tesisin bulunduğu dağlık coğrafya ve jeolojik yapı, saldırı sonrası oluşabilecek tahribatı da absorbe edecek şekilde seçilmiş durumda.
Eski CENTCOM Komutanı Kenneth McKenzie, Fordo’nun bu stratejik önemine şöyle dikkat çekiyor:
“Eğer Fordo el değmemiş halde kalırsa, bu Siyonist rejim için operasyonun başarısızlığı anlamına gelir.”
Pentagon kaynakları da bu görüşü destekliyor. The Guardian’a konuşan Amerikalı yetkililere göre, “Fordo, bugünkü konvansiyonel mühimmatlarla etkisiz hale getirilemeyecek kadar derin ve korunmuş bir hedef.”
Bu nedenle Fordo, sadece İran’ın nükleer direncini değil; aynı zamanda işgal rejiminin teknolojik sınırlarını sembolize eden bir hedefe dönüşmüş durumda.
Fordo gibi derin yer altı hedeflerine karşı etkili olabilecek tek konvansiyonel mühimmat, ABD’ye ait GBU-57A/B Massive Ordnance Penetrator (MOP). Yaklaşık 13.600 kg ağırlığındaki bu dev bomba, 60 metre kalınlıktaki beton ve kaya katmanlarını delebiliyor. Ancak bu mühimmat sadece B-2 Spirit tipi ABD’ye ait stratejik bombardıman uçaklarında taşınabiliyor.
Fox News’te yayımlanan bir analizde Jonathan Ruhe, bu mühimmatın kapasitesine şöyle dikkat çekiyor:
“Fordo gibi yer altı tesislerini imha edebilecek tek konvansiyonel silah GBU-57’dir. Ve bu mühimmat sadece Amerika’nın elinde bulunuyor.”
Üstelik bu mühimmatların kullanımı sadece teknik değil, aynı zamanda siyasi bir karar gerektiriyor. Pentagon’un denetimindeki bu silahların herhangi bir ülkeye transferi veya ortak operasyonlarda kullanımı, Washington’un açık onayı olmadan mümkün değil.
Bunker Buster paradoksu tam da bu noktada ortaya çıkıyor:
The Economic Times'a göre, “İsrail işgal güçlerinin envanterinde GBU-57 tipi silah yok; ABD izin vermedikçe bu hedefler yalnızca söylem düzeyinde kalıyor.”
Sonuç olarak, Fordo gibi hedefler hem jeolojik hem stratejik olarak sadece İran’ın değil, aynı zamanda ABD’nin doğrudan savaşa çekilmesini amaçlayan birer stratejik baskı noktası haline gelmiş durumda.
Siyonist rejim, İran’ın derinlere inşa ettiği nükleer tesisleri imha etme hedefini yıllardır gündemde tutuyor. Ancak Fordo gibi stratejik hedeflerin askeri olarak erişilemezliği, Tel Aviv’i doğrudan çatışma yerine dolaylı savaşa çekme stratejisine yöneltti. Bu stratejinin merkezinde ise artık İran değil, Washington var.
Fordo gibi derin yapılar, ancak ABD’ye ait olan GBU-57 “Massive Ordnance Penetrator” bombasıyla vurulabilir. Bu bomba yalnızca B-2 Spirit tipi stratejik bombardıman uçaklarında taşınabiliyor. Bu silahlar ne işgal rejiminin envanterinde mevcut ne de bağımsız olarak erişebileceği bir sistem.
Axios analizine göre:
“30,000 poundluk bu bomba, İsrail’in İran'la savaşında en gerekli silah olabilir — ama bu silah sadece ABD ordusunun elinde.”
Bu gerçeklik, Siyonist rejimin savaş planlarının ABD’siz yürütülemeyeceğini kanıtlıyor.
Tel Aviv’in Washington üzerindeki baskısı, artık “ABD’yi savaşa sokmak”tan çok, “zaten niyetli olan yönetimi yönlendirmek” biçimini aldı. Fordo gibi hedefler bu bağlamda yalnızca teknik zorluk değil, aynı zamanda politik araç olarak işlev görüyor. Hedef, Trump yönetimini açık askeri angajmana taşımak için bir gerekçe üretmek.
Financial Times değerlendirmesi şöyle diyor:
“Fordo, artık sadece İran’ın değil, Amerika’nın da stratejik iradesiyle sınandığı bir derinliktir.”
Ancak bu stratejinin sonuçları sınırlı değil. İran’a yönelik olası bir ABD saldırısı, bölgedeki tüm direniş eksenlerini harekete geçirebilir. Lübnan’daki Hizbullah, Irak’taki Şii milisler, Yemen'deki Ensarullah ve Suriye'deki İran destekli gruplar böyle bir müdahaleye karşı hazırlık içinde.
Guardian ve Foreign Affairs’in analizleri, ABD'nin doğrudan müdahalesinin sadece bir hedefi vurmakla kalmayacağını, bölgesel savaş anlamına geleceğini vurguluyor.
GÜNCELLENMİŞ STRATEJİK TABLO
Unsur |
Açıklama |
Teknik Engeller |
Fordo gibi tesisler sadece ABD’nin süper silahlarıyla vurulabilir. |
Yeni Hedef |
ABD’yi ikna etmek değil, doğrudan yönlendirmek ve sahaya çekmek. |
Bölgesel Tehdit |
Saldırı, çok cepheli bir savaşı tetikleyebilir. |
Bu tablo, işgal rejiminin askeri sınırlılıklarını siyasi fırsatlara dönüştürerek ABD'yi adım adım savaşa sürüklemek yerine, artık doğrudan harekete geçirecek gerekçeleri oluşturmak üzere hareket ettiğini ortaya koyuyor. Fordo, hem hedef hem bahane haline gelmiş durumda.
Siyonist rejim, askeri ya da teknik hedeflere odaklanmanın ötesinde, diplomatik normları ve bölgesel istikrarı hedef alan provokasyonlarla dikkat çekiyor. Bu taktikler, İran’ı değil, doğrudan ABD’yi bölgeye daha fazla angaje etmek amacıyla kurgulanmış gibi görünüyor.
Şam’daki İran Konsolosluğu Saldırısı
1 Nisan 2024’te işgal rejiminin F‑35’leri, Suriye’nin başkenti Şam’da bulunan İran konsolosluğunu hedef aldı; saldırıda iki İranlı general ve beş subay öldü .
Reuters ve AP, İran’ın burayı askeri operasyon merkezi olarak kullandığını belirtse de, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Rusya temsilcisi Viyana Sözleşmesi’ne açık aykırılık olarak tanımladı .
Bu saldırı, diplomatik misyonlara yapılan açık bir müdahale olarak kırmızı çizgiyi tehlikeli şekilde aşmış durumda.
“Operation Rising Lion”: Hızlı, Yoğun ve Yaygın Saldırı
13 Haziran 2025’te Siyonist rejim tarafından başlatılan “Operation Rising Lion” adı verilen saldırılar, Natanz ve Arak gibi İran’daki nükleer tesislere yönelik gerçekleştirildi. 200’ü aşkın hedef vuruldu .
Aynı operasyon dizisi, sadece teknik değil psikolojik üstünlük sağlama amacı taşıyor; geniş çaplı şok etkisiyle İran’ın moralini çökertmeyi hedefliyor.
İran’dan ABD’ye Uyarı: Misilleme Gölgesi
İran, karşı saldırı olarak 100’den fazla füze ve drone ile işgal rejiminin Hayfa, Tel Aviv, Soroka Hastanesi gibi sivilleri hedef alan noktalarına saldırdı. ABD Tel Aviv Büyükelçiliği de hasar gören yerler arasında .
İran’ın BM Daimi Temsilcisi, “ABD saldırılara karışırsa, misilleme ağır olur” uyarısını yaparak savaş sahnesine Washington’un adını yazdı.
Bu açıklama ABD'yi artık dolaylı değil, doğrudan hedef haline getiriyor.
ABD’nin Bölgedeki Hazırlığı
ABD, Orta Doğu’daki diplomatik personeli bölgeden tahliye etmeye başladı. Aynı zamanda operasyonel kabiliyet için uçak gemileri ve savaş uçakları bölgeye yönlendirildi.
Bu gelişmeler, provokasyon stratejisinin Washington’un askeri müdahalesini önceden planlanmış bir hedef doğrultusunda şekillendirdiğinin göstergesi.
Özet Değerlendirme
Taktik |
Hedef |
Etki |
Konsolosluk saldırısı |
Diplomatik koridorları ihlal etmek |
Uluslararası hukukta kriz, İran’dan sert tepki |
Operation Rising Lion |
İran’da şok yaratmak |
Misillemeyi tetikleme riski, ABD’ye de hatırlatma |
İran’ın ABD’ye uyarısı |
ABD’yi doğrudan hedef göstermek |
ABD üzerinde caydırıcılık sağlayarak savaşa çekmeyi hedefliyor |
ABD’nin hazırlığı |
Diplomatik tahliye ve askeri hazırda bekleme |
Resmi müdahaleye zemin oluşturuyor |
Bu stratejiler, Siyonist rejimin salt askeri hedeflerle sınırlı kalmayıp diplomatik hukuku çiğneyerek, ABD’yi bölgeye daha fazla angaje etmeye dönük planlı bir provokasyon süreci yürüttüğünü gösteriyor. Fordo’nun derinliği teknik bir sorunken; bu taktikler, stratejik ve diplomatik derinliğin planlı bir parçası haline geliyor.
Siyonist rejimin İran’a karşı yürüttüğü saldırı ve provokasyonların ardında yalnızca askeri ya da teknik hesaplar değil, aynı zamanda son derece bilinçli bir zamanlama stratejisi yer alıyor. Özellikle 2025 ABD seçimlerinin ardından Donald Trump’ın yeniden başkanlık koltuğuna oturması, Tel Aviv’in bu stratejisini daha da netleştirdi. Çünkü Trump yönetimi, İran konusunda hem söylem düzeyinde agresif bir tutum sergiliyor hem de bazı alanlarda diplomatik manevralara açık kapı bırakıyor. Bu ikircikli duruş, Siyonist rejim için fırsata çevrilecek bir kırılganlık oluşturuyor.
Politico’nun aktardığına göre, Trump’ın İran’a yönelik son dönemdeki sert açıklamaları, ABD dış temsilciliklerinde ve bölgede görev yapan Amerikan vatandaşlarında ciddi güvenlik endişelerine neden oldu. Bu durum, ABD’nin Orta Doğu’daki diplomatik personelini tahliye sürecine başlamasına yol açtı. İşgal rejimi, bu gerilimi kendi lehine kullanarak Trump yönetimini fiili müdahaleye zorlamak üzere sahada daha sert ve yaygın operasyonlara yöneldi.
Bu bağlamda, 13 Haziran 2025’te başlatılan “Operation Rising Lion” adlı hava saldırısı serisi, yalnızca İran hedeflerine yönelik askeri bir müdahale değil, aynı zamanda Trump yönetiminin tepkisini test etme amacı taşıyan planlı bir zamanlamaydı. The Guardian’a göre, söz konusu saldırılar Trump’ın İran’a yönelik verdiği 60 günlük diplomatik ültimatomun hemen ardından başlatıldı. Bu da operasyonun sadece taktiksel değil, siyasi olarak da ABD’nin tutumunu etkilemeye dönük bir girişim olduğunu gösteriyor.
Trump’ın ilk aşamada müdahaleye mesafeli yaklaşsa da, lobilerden ve kamuoyundan gelen baskıyla söylemini sertleştirdiği ve “İsrail'in operasyonları başarılı olduysa, ABD de destekleyici bir pozisyona geçebilir” şeklinde bir zemine kaydığı gözlemlendi. Aynı dönemde Trump’ın, İran’ın dini lideri Ayetullah Hamaney’i hedef alan açıklamaları ve “koşulsuz teslim olma” çağrıları da gerilimi tırmandıran ve Beyaz Saray'ı daha angaje hâle getiren etkenler arasında yer aldı.
Tüm bu gelişmeler değerlendirildiğinde, işgal rejiminin yalnızca teknik hedeflere değil, aynı zamanda Beyaz Saray’ın iç dengelerine de oynadığı görülüyor. Trump’ın dalgalı diplomasi çizgisi, Tel Aviv için yönlendirilebilir bir koz niteliği taşıyor. Böylece hem Amerikan iç siyasetinde karar alıcı mekanizmalar etrafında baskı oluşturuluyor hem de ABD’nin bölgesel angajmanının önü açılmak isteniyor.
Sonuç olarak, zamanlama bir rastlantı değil, stratejik bir silahtır. İşgal rejimi, hem ABD’deki siyasi dönüşümleri hem de Trump yönetiminin kırılgan dış politika reflekslerini kendi lehine çevirerek, İran’la yürüttüğü çatışmayı bölgesel olmaktan çıkarıp küresel boyuta taşımayı hedefliyor.
İran’ın Kum kenti yakınlarında, granit kaya tabakalarının derinliklerine inşa edilen Fordo nükleer tesisi, bugün yalnızca bir uranyum zenginleştirme merkezi değil; Ortadoğu'da artan jeopolitik gerilimin sembolü hâline gelmiş durumda. Siyonist rejimin ulaşamadığı bu hedef, sadece bir mühendislik başarısının değil, aynı zamanda uluslararası güç dengelerinin sınırlarını belirleyen bir test alanına dönüşmüş durumda.
Fordo'nun yaklaşık 90 metre yerin altına gömülü yapısı, onu klasik hava saldırılarına karşı neredeyse erişilmez kılıyor. Bu derinliğe ulaşabilecek tek mühimmat, yalnızca ABD’nin envanterinde bulunan GBU‑57 “bunker buster” bombasıdır. Ancak bu silah, sadece B‑2 Spirit tipi stratejik bombardıman uçaklarıyla taşınabiliyor ve operasyonel kullanımı doğrudan Beyaz Saray’ın onayına bağlı. İşte bu nokta, Fordo’yu askeri bir hedefin ötesine taşıyor.
Siyonist rejim için Fordo, kendi teknik sınırlarının sembolü hâline gelmiştir. Sahip olduğu mühimmat ve platformlarla bu tesisi vuramayan Tel Aviv yönetimi, stratejisini bir süredir doğrudan değil, dolaylı müdahale üzerinden kurguluyor. Hedefin kendisinden çok, bu hedefe ulaşmak için gerekli olan güç —yani ABD— devreye sokulmak isteniyor. Konsolosluk saldırıları, yoğun hava operasyonları ve İran’a karşı organize edilen medya ve diplomasi kampanyaları, bu kapsamlı planın parçalarıdır.
Donald Trump’ın yeniden Beyaz Saray’a dönmesiyle birlikte işgal rejiminin bu stratejik hedefi daha da netleşti. Fordo’yu doğrudan vuramayacağını bilen Tel Aviv, Trump’ın inişli çıkışlı dış politik reflekslerini kullanarak, Washington’u adım adım fiili savaşa çekmeye çalışıyor. Provokasyonlarla desteklenen bu süreç, İran’ın sabrını test ederken, ABD’yi de “destekçi” konumundan “müdahil aktör” konumuna itmeye çalışıyor.
Fordo, bu haliyle bir uranyum zenginleştirme tesisi değil, bir güç testi alanıdır. Kimin neyi vurabileceği kadar, kimin neyi göze alabileceğiyle de ilgilidir. Fordo’ya yapılacak bir saldırı, sadece İran’la bir çatışma anlamına gelmez; bu saldırı, aynı zamanda ABD’nin bölgeye doğrudan müdahil olmasının ve muhtemel bir çok cepheli savaşın başlangıcı olur.
Bu nedenle Fordo, günümüzde artık askeri mühendisliğin ötesinde; stratejik sabrın, diplomatik direnişin ve süper güçlerin irade sınırlarının ölçüldüğü bir barometreye dönüşmüş durumda. Rejimin bu tesise vuramadığı her gün, İran yalnızca fiziksel bir koruma kazanmış olmuyor — aynı zamanda siyasi, psikolojik ve uluslararası meşruiyet düzleminde de bir üstünlük elde ediyor.