News-1

Sıcak Bölgeler

Şimdi Ne Olacak ? “Eşik Aşıldı: İran ile İşgalci İsrail ve ABD Arasında Savaşın Yeni Aşaması”

ABD’nin İran’ın nükleer tesislerine düzenlediği hava saldırısı, Orta Doğu’da zaten kırılgan olan dengeleri yerle bir etti. Tahran misillemeyi artırırken dünya, bölgesel bir çatışmanın küresel bir yangına dönüşüp dönüşmeyeceğini izliyor.

Eklenme: 23.06.2025 16:23:57 | Güncelleme: 27.06.2025 11:32:34
Bu Haberi
Paylaş

ABD, Fordow ve Natanz gibi İran'ın yer altındaki nükleer tesislerini vurarak Ortadoğu’daki tansiyonu tehlikeli bir eşiğe taşıdı. İran ise yalnızca işgal rejimini değil, artık Amerikan üslerini de açık hedef ilan etmiş durumda. Tahran’ın yanıtının şiddeti, yalnızca askeri bir hesaplaşma değil, enerji güvenliğinden uluslararası hukuk sistemine kadar uzanan geniş çaplı bir küresel krizin de habercisi olabilir. Bu artık sadece bir çatışma değil, bir kırılma noktası.

OLAYIN ÖZETİ & OPERASYON DETAYLARI

Haziran 2025’in son haftasında, ABD uzun zamandır yükselen nükleer gerilim sürecini askeri müdahaleye dönüştürdü. 'Operation Midnight Hammer' adı verilen kapsamlı operasyonla birlikte, İran’ın en kritik nükleer altyapıları eş zamanlı olarak hedef alındı. Fordow, Natanz ve Isfahan tesisleri, modern savaş tarihinde bir ilk olarak aynı anda vuruldu. Pentagon’un açıklamasına göre toplam 125 hava aracı, 3 kıtada koordinasyon içinde bu operasyon için görev aldı. Hedef, İran’ın uranyum zenginleştirme ve nükleer silah üretme kapasitesine 'geri dönülmez' zarar vermekti.

Operasyonun Unsurları ve Özellikleri

Operasyona, ABD’nin stratejik caydırıcılık kapasitesinin vitrini sayılan B‑2 Spirit hayalet bombardıman uçakları damga vurdu. Bu uçaklardan 7’si doğrudan Fordow ve Natanz hedeflerine MOP (Massive Ordnance Penetrator) tipi bunker-buster bombaları bıraktı. Aynı zamanda ABD denizaltılarından fırlatılan Tomahawk füzeleri Isfahan’ı hedef aldı. Havadan havaya destek sağlayan F‑22, F‑35 ve F‑16 uçaklarıyla birlikte, AWACS radar sistemleri ve yakıt tankerleri dahil toplam 125 hava birimi görev aldı.

Operasyonun dikkat çeken bir yönü de çift yönlü yaklaşım stratejisiydi. Bir grup B‑2 uçağı Pasifik üzerinden, diğer grup ise Avrupa hava sahasından İran’a yönelerek hava savunma sistemlerini şaşırtmayı hedefledi. Aynı zamanda İsrail’in ön saldırıları ile İran’ın radar ve S-300/S-400 sistemleri bastırılarak, ABD jetlerinin hedefe engelsiz ulaşması sağlandı.

B‑2’ler, Missouri’deki Whiteman Hava Üssü’nden kalkarak yaklaşık 18 saat süren ve üç kıtayı aşan bir görev profiliyle doğrudan İran içlerine ulaştı. Saldırı sonrasında ABD tüm hava unsurlarını geri çekti. İran hava savunması saldırı anında etkisiz kaldı ve operasyon tamamlandıktan sonra acil duruma geçirildi.

Hedef Tesisler ve Hasar Durumu

Fordow:
İran’ın yerin yaklaşık 80–100 metre altına inşa ettiği bu tesis, nükleer programın en korunmalı yapısıydı. Uydu görüntülerinde, 6 farklı krater, yüzey deformasyonları ve tünel çökmeleri net olarak görüntülendi. ABD bu bölgeyi 'en kritik hedef' olarak tanımlarken, İran yetkilileri tesisin tamamen yıkılmadığını ancak 'önemli yapısal zararlar oluştuğunu' kabul etti.

Natanz:

İran’ın ana zenginleştirme tesisi olan Natanz, geçmişte siber saldırılarla (Stuxnet) hedef alınmıştı. Bu kez fiziksel saldırıya maruz kalan tesisin derin yerleşimli santrifüj altyapısında ağır hasar meydana geldi. İlk raporlara göre, en az üç yeraltı santrifüj hattı kullanılamaz hale geldi.

Isfahan:

Kimyasal analiz laboratuvarları ve nükleer destek sistemlerinin bulunduğu bu tesis, Tomahawk füzeleriyle hedef alındı. Uydu görüntülerinde yapısal çöküntüler ve yangın izleri tespit edildi. Isfahan’daki hasar, İran’ın nükleer mühendislik sürecinin lojistik ayağını ciddi şekilde aksatabilecek düzeyde.

ABD'nin Değerlendirmesi

Operasyon sonrasında ABD’den gelen açıklamalar, saldırının hem teknik hem de psikolojik etkilerinin hesaplanarak planlandığını gösterdi. Pentagon, saldırının İran’ın nükleer üretim zincirini 'felç ettiğini' belirtti. 'Bu bir başlangıçtı, gerekirse tekrar ederiz' söylemiyle askeri baskının süreceği mesajı verildi.

General Dan Caine, operasyonun 'ABD hava kuvvetlerinin şimdiye kadar gerçekleştirdiği en koordineli görevlerden biri olduğunu' ifade etti. İran hava savunmasının tepkisiz kalması, operasyonun başarısını artıran bir unsur olarak gösterildi.

Savunma Bakanı Pete Hegseth, “İran’ın nükleer kapasitesinin fiilen ortadan kaldırıldığını” söylese de bu görüşe itiraz eden bazı askeri yetkililer, altyapının tamamen yok edilmediğini ve İran’ın kısa sürede yeniden yapılandırma kapasitesine sahip olduğunu vurguladı.

İran'ın İlk Misillemesi

Saldırıdan yaklaşık 18 saat sonra İran, işgalci İsrail’in Tel Aviv kentine yönelik 40 ila 60 adet balistik füze ateşledi. Bu saldırı, İran'ın doğrudan askeri karşılık vereceğini açık biçimde ortaya koydu.

İşgalci İsrail ise misillemeye karşılık olarak, İran’ın güneyindeki askeri tesisler, füze rampaları ve komuta merkezlerine yönelik hava saldırıları gerçekleştirdi. Özellikle Şiraz, Kirman ve Dezful çevresinde patlamalar bildirildi.

İran Savunma Bakanlığı yaptığı açıklamada, artık yalnızca işgalci İsrail’in değil, 'bölgedeki tüm Amerikan askeri varlığının da meşru hedef' ilan edildiğini duyurdu. Bu açıklama, ABD üslerini doğrudan tehlikeye atan stratejik bir eşik anlamına geliyor.

Radyasyon Riski ve İddialar

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ve Körfez ülkeleri tarafından yapılan ilk açıklamalarda, İran’daki saldırıların ardından 'ölçülebilir seviyede radyasyon sızıntısı tespit edilmediği' bildirildi. Ancak bu açıklamalar, İran’daki bağımsız uzmanlar tarafından ihtiyatla karşılandı.

İranlı nükleer bilim insanlarına göre özellikle Fordow’daki bazı çöken tünellerin içinde uranyum izotoplarının sızabileceği alanlar bulunuyor. İran Atom Enerjisi Kurumu, bu bölgelerde 'dekontaminasyon ve toprak temizliği' çalışmaları başlattığını duyurdu. Aynı zamanda Kum kenti çevresindeki yeraltı sularında izleme faaliyetleri yürütülüyor. Uzun vadede çevresel riskin tamamen ortadan kalkmayabileceği belirtiliyor.

Operation Midnight Hammer, ABD’nin İran'a yönelik kırmızı çizgiyi geçtiği ilk doğrudan askeri müdahale olarak kayda geçti. Bu operasyon, yalnızca İran’ın nükleer hedeflerini vurmakla kalmadı; aynı zamanda küresel aktörlere ABD’nin gerektiğinde tek taraflı askeri çözüm yoluna başvurabileceğini de gösterdi.

İran’ın cevabı ise, 'caydırıcılık'tan öteye geçerek artık açık bir çatışma dönemine girildiğinin işareti. Tahran’ın 'meşru hedef' tanımına ABD üslerini de dahil etmesi, önümüzdeki günlerde çok uluslu bir krizin doğabileceğini gösteriyor.

İRAN’IN OLASI YANITLARININ PARAMETRELERİ

ABD'nin İran’daki nükleer tesisleri hedef alan doğrudan saldırısının ardından gözler, Tahran’ın vereceği stratejik ve askeri yanıtlara çevrilmiş durumda. İran bu noktada bir 'zor denge' içinde hareket ediyor: Hem caydırıcılığını korumak hem de doğrudan büyük bir savaşa çekilmeden bölgesel üstünlük kurmak istiyor. Olası tepkilerin kapsamı, şiddeti ve hedefleri ise birkaç temel parametreye bağlı olarak şekilleniyor.

Askeri Karar Mekanizmasının Tavrı

İran’da savaş ve güvenlik kararları, büyük ölçüde Devrim Muhafızları Ordusu (IRGC) ve ruhani lider Ali Hamaney etrafında şekilleniyor. Saldırının hemen ardından yapılan olağanüstü Milli Güvenlik Konseyi toplantısında, bazı generallerin 'hemen ve geniş çaplı misilleme' çağrısı yaptığı, ancak bu taleplerin Dini Lider tarafından 'uluslararası tepkiler dikkate alınarak' frenlendiği iddia ediliyor.

Ancak iç baskının arttığı ve özellikle muhafazakâr kamuoyununda 'ABD üslerinin artık hedef alınması gerektiği' yönündeki görüşlerin güç kazandığı bildiriliyor. IRGC'nin bazı tugaylarının Körfez kıyılarına sevk edilmesi de bu eğilimi doğrular nitelikte.

Nükleer Tesislerdeki Tahribatın Boyutu

İran’ın yanıt dozajını belirleyecek en önemli faktörlerden biri, nükleer tesislerdeki hasarın düzeyi. Eğer teknik ekipler, Fordow ve Natanz tesislerinin uzun süre çalışamaz durumda olduğunu doğrularsa, bu durumda İran misilleme hakkını daha agresif biçimde kullanabilir.

Nükleer altyapının kısmen yeniden inşa edilebileceğine dair güven olsa bile, uzmanlar özellikle yüksek saflıkta zenginleştirilmiş uranyum üretim kapasitesinin ciddi şekilde sekteye uğradığını belirtiyor. Bu durum İran’ın hem askeri hem de diplomatik pozisyonunu zayıflattığı için, telafi arayışı içinde sert çıkışlara yönelme olasılığı artıyor.

NPT’den Çekilme Olasılığı

Tahran’da sıkça dile getirilmeye başlanan bir başka ihtimal ise, İran’ın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması'ndan (NPT) çekilmesi. İran 1970’ten bu yana NPT’nin tarafı; ancak son saldırı, Tahran’a göre anlaşmanın “fiilen işlevsiz” kaldığını gösteriyor.

İran Parlamentosu’ndaki muhafazakâr blok ve bazı hükümet yetkilileri, anlaşmadan çekilerek nükleer caydırıcılık sürecini resmileştirme çağrısı yapıyor. Eğer bu adım atılırsa, yalnızca bölgesel değil küresel güvenlik sistematiğinde de kırılma yaşanabilir. Çünkü bu, İran’ın artık nükleer silah geliştirme sürecine resmen geçiş yaptığı anlamına gelir.

Askerî Misillemenin Kapsamı: Yalnızca İşgalci İsrail mi, ABD de mi?

ABD’nin nükleer tesisleri vurmasıyla birlikte İran açısından artık yalnızca işgalci İsrail değil, ABD’nin bölgedeki askeri varlığı da doğrudan düşman statüsüne alınmış durumda. Devrim Muhafızları (IRGC), “Amerikan varlığı sadece destek unsuru değildir, bu saldırıyla artık sahada taraf haline gelmiştir” açıklamasıyla bu niyeti teyit etti. İran'ın askeri yanıt haritası şu üç ana senaryoda gelişebilir:

Sınırlı Misilleme: Yalnızca İşgalci İsrail’in Hedef Alınması

İran’ın askeri misillemesi, bu noktadan sonra birkaç farklı biçimde gelişebilir. İlk olasılık, yalnızca işgalci İsrail'in askeri altyapısını hedef alan sınırlı bir yanıtla yetinilmesidir. Bu strateji, İran’ın doğrudan ABD ile savaşa girmeden bölgesel caydırıcılığını korumasına olanak tanır. Hedef alınabilecek noktalar arasında işgal rejiminin hava üsleri (Nevatim, Ramat David, Palmachim), füze savunma sistemleri, istihbarat merkezleri (Mossad karargâhları ve Birim 8200) ve enerji altyapısı gibi stratejik yapılar yer alır. Bu tür bir sınırlı tepki, İran’a hem kendi kamuoyuna güçlü bir mesaj verme hem de diplomatik alanı açık tutma imkânı sağlayabilir. Ancak işgalci İsrail’in buna geniş çaplı bir karşılık vermesi hâlinde, sınırlı misilleme dengeyi korumak yerine yeni bir çatışma dalgasına yol açabilir.

Vekil Güçler Üzerinden Saldırı: Dolaylı Yıpratma Stratejisi

İkinci olasılık ise İran’ın geleneksel olarak güçlü olduğu asimetrik savaş stratejisine dayanıyor: Vekil güçler aracılığıyla ABD hedeflerini vurmak. Tahran, Hizbullah, Haşdi Şabi, Ensarullah ve Fatimiyun Tugayları gibi bölgedeki müttefik yapılarını aktif hale getirerek, ABD üslerine karşı dolaylı bir yıpratma savaşı başlatabilir. Bu aktörler; Lübnan’dan İsrail’e baskı uygulayabilir, Irak’ta Ayn el-Esed gibi üsleri hedef alabilir, Yemen üzerinden Kızıldeniz’deki ABD donanmasını taciz edebilir veya Suriye-Ürdün sınırında Tanf Üssü’ne saldırabilir. Bu senaryonun İran açısından en önemli avantajı, doğrudan çatışmaya girmeden caydırıcılığını sürdürebilmesi ve saldırılardan doğrudan sorumlu tutulmaması ihtimalidir. Ancak vekil güçlerin gerçekleştireceği herhangi bir saldırıda Amerikan askerlerinin hayatını kaybetmesi, Washington'un doğrudan İran'ı hedef almasına neden olabilir.

Doğrudan ABD Üslerine Saldırı: Açık Savaş Eşiği

Üçüncü ve en tehlikeli seçenek ise İran’ın doğrudan ABD üslerine füze saldırısı düzenlemesidir. Böyle bir saldırı, artık İran–ABD savaşının açık ve resmî olarak başladığı anlamına gelir. Körfez’deki Amerikan üsleri bu bağlamda öncelikli hedefler arasında yer alır. Irak’taki Ayn el-Esed ve Erbil Harir üsleri, Katar’daki El-Udeid Hava Üssü, Bahreyn’de konuşlu ABD Beşinci Filosu ve Kuveyt’teki savunma altyapısı, doğrudan hedef haline gelebilir. İran, bu üsleri Şahab-3 ve Emad tipi orta menzilli balistik füzelerle ya da dron saldırılarıyla hedef alabilir. Özellikle Hürmüz Boğazı kıyılarındaki gemisavar füze sistemleri aracılığıyla, ABD’nin donanma gücüne karşı da hamle yapılması gündeme gelebilir. Böyle bir gelişme, yalnızca bölgesel güvenlik krizini değil, küresel bir enerji krizini de tetikleyecek sonuçlar doğurabilir.

Hibrit Senaryo: Kontrollü Tırmanış

Tüm bu senaryoların dışında İran, her üç seçeneği birleştiren hibrit bir misilleme stratejisi de izleyebilir. Buna göre Tahran, işgalci İsrail’e füze saldırılarını sürdürürken, vekil güçleriyle ABD üslerine yönelik düşük yoğunluklu saldırılar başlatabilir ve aynı anda Hürmüz Boğazı’nda ya da Kızıldeniz’de deniz tacizi gibi manevralarla Batı’ya gözdağı verebilir. Bu yaklaşım İran’ın hem iç kamuoyunu tatmin etmesini sağlar hem de ABD ile doğrudan savaş riskini zamana yayarak kontrol altında tutma olanağı verir.

Sonuç olarak İran açısından mesele artık yalnızca “yanıt verelim mi?” sorusu değil, “hangi hedefe, ne zaman ve nasıl bir yanıt verirsek savaşı kontrol edebiliriz?” sorusuna dönüşmüş durumda. Ancak saldırıya uğrayan nükleer tesislerin taşıdığı sembolik ve stratejik değer düşünüldüğünde, Tahran’ın yalnızca işgal rejimiyle sınırlı bir hesaplaşmaya razı gelmesi giderek daha düşük bir ihtimal hâlini alıyor. Önümüzdeki günlerde İran’ın, vekil güçler üzerinden ABD’yi sahaya çekmeye çalışan adımlar atması muhtemel görünüyor.

ÜÇ TEMEL ETKİ ALANI & SENARYOLAR

Bu bölümde İran-ABD-işgalci İsrail hattında tırmanan gerilimin üç temel düzlemde nasıl sonuçlar doğurabileceğini ele alıyoruz: enerji güvenliği, diplomatik denge ve iç siyasal yapı. Her başlık, krizin hem bölgesel hem küresel etkilerini açığa çıkaran boyutlara sahip.

  1. Enerji Güvenliği & Piyasa

İran Meclisi, ABD’nin nükleer tesislere yönelik saldırısının ardından tehditleri resmî mevzuata dökerek Hürmüz Boğazı’nı kapatma kararı aldı. 22 Haziran’da yapılan oylamada tüm milletvekilleri onay verdi; karar şu aşamada Ali Hamaney’in onayında. Hamaneyin onay vermesi halinde boğaz resmen kapatılacak.

Bu gelişme, küresel petrol ticaretinin yaklaşık %20–30’unun geçiş yaptığı Hürmüz Boğazı’nın kontrolünü elinde tutan İran açısından büyük bir enerji kartı olarak oynanabilir. Meclis kararı piyasalara anında yansıdı; Brent petrol fiyatları %6’ya yakın yükselerek 80 dolar/barrel civarına ulaştı . Eğer boğaz kapanırsa, petrol geçişinin tamamen durması bekleniyor; uluslararası tahminler fiyatların 200 dolar/barrel seviyesine kadar çıkabileceği yönünde .

Küresel piyasalarda ise flight-to-safety eğilimi hakim. Dolar, altın, ABD devlet tahvilleri gibi güvenli liman varlıkları değer kazanırken; petrol şirketlerine ait enerji endekslerinde büyük dalgalanmalar yaşandı. Bu tedirginlik sadece ekonomi ile sınırlı kalmayıp diplomatik ve siyasi baskıları da tetikledi: AB Dışişleri Bakanı Kaja Kallas, Hürmüz’ün kapatılmasının “son derece tehlikeli” olacağını belirterek İran’ı uyardı .

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ise Çin’i, “İran’ı bu kararından vazgeçirmek için devreye girmeye” çağırdı ve kararın “ekonomik intihar” anlamına geleceğini ifade etti. Çin’in buna tepkisi henüz net değil, ancak Asya ekonomilerinin çoğu petrol akışının kesilmesine karşı savunmasız görünüyor. Reuters’e göre, boğazın kapanması durumunda küresel GSYİH %0,8 düşebilir .

Jeopolitik açıdan Türkiye, Suudi Arabistan, Kuveyt gibi ülkeler enerji tedarik güvenliğini riske atmamak için hâlâ diplomatik kanallar üzerinden İran’a itidal çağrısında bulunuyor. Ancak İran’ın parlamento kararını ve potansiyel uygulamayı devreye sokması halinde, bölgesel enerji ve diplomasi dengeleri kökten sarsılabilir.

  1. Bölgesel Emniyet & Diplomasi

Çatışmanın yeni boyuta ulaşması, bölgedeki ülkeleri iki büyük baskı arasında bırakıyor: bir yanda ABD'nin 'bizimle misiniz?' hattı, diğer yanda İran'ın 'tarafsız kalırsan güvendesin' mesajı. Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır ve Katar gibi bölgesel aktörler, şu an denge siyaseti izlemeye çalışıyor. Özellikle Türkiye, hem İran hem ABD ile kriz yönetiminde temas kurarak bölgesel barışı önceleyen diplomatik girişimlerde bulunuyor.

Birleşmiş Milletler, AB ve Japonya ise 'ateşkes ve diyalog' çağrılarını yineliyor. Çin ve Rusya, ABD’nin saldırısını 'kışkırtıcı ve tek taraflı' olarak nitelendirirken, İran’ın vereceği yanıtın sınırlı kalması için diplomatik baskı kurmaya çalışıyor.

Ayrıca bazı Arap ülkelerinde, İran’a karşı olası topyekûn bir savaşın İsrail işgal rejimini güçlendireceği endişesi de dile getirilmeye başlandı. Bu durum, Suudi Arabistan gibi aktörlerin açık pozisyon almaktan kaçınmasına neden oluyor. Diplomatik zemin hâlâ varlığını korusa da, sahadaki sıcak gelişmeler nedeniyle her an devre dışı kalabilecek bir hassasiyet taşıyor.

  1. Rejimler ve İç Dinamikler

İran’da saldırı sonrası oluşan iç atmosfer iki kutba ayrılmış durumda. Bir yanda rejime yakın muhafazakâr ve devrimci gruplar 'doğrudan ABD üslerine saldırı' talebinde bulunurken, diğer yanda ekonomik yorgunluk ve ambargolardan etkilenen orta sınıflar savaşın yıkıcı etkilerinden endişe duyuyor. Rejimin bu iki eğilim arasında meşruiyetini koruyacak bir denge kurması gerekiyor.

Aynı şekilde, ABD içinde de benzer bir gerilim yaşanıyor. Cumhuriyetçi kanat, İran’a karşı tam kapsamlı bir askeri operasyonu desteklerken; Demokratlar ve bazı liberteryen Cumhuriyetçiler, bu tür bir savaşın ABD’nin Ortadoğu'da yeni bir bataklığa saplanmasına neden olabileceği uyarısını yapıyor.

İşgalci İsrail tarafında ise hükümet, İran tehdidini kullanarak iç politikadaki yolsuzluk soruşturmaları ve sokak protestolarını gölgede bırakma yoluna gidiyor. Tel Aviv yönetimi, İran karşıtı bu krizi bir tür içsel konsolidasyon aracı olarak değerlendiriyor. Ancak bu da rejimlerin uzun vadeli istikrarını daha da kırılganlaştırabilir.

OLASI GELİŞİM SENARYOLARI

ABD’nin İran’daki Fordow, Natanz ve Isfahan nükleer tesislerine düzenlediği saldırılarla birlikte bölge fiilen savaşa girmiş durumda. İran’ın Tel Aviv’e yaptığı misilleme, Hürmüz Boğazı’nı kapatma kararı ve ABD üslerinin artık 'meşru hedef' ilan edilmesiyle kriz daha önce hiç olmadığı kadar geniş bir boyut kazandı. Bu noktadan sonra sürecin hangi yönde ilerleyeceği, aşağıdaki senaryolar etrafında şekillenebilir.

Senaryo 1: Askerî Yanalma – Kontrollü Gerilim

ABD’nin İran’a yönelik saldırılarıyla zaten fiilen savaşa girdiği bu aşamada, taraflar doğrudan topyekûn çatışmadan kaçınarak savaşı vekil güçler üzerinden sürdürmeyi tercih edebilir. İran, işgalci İsrail’e yönelik sınırlı füze saldırılarını devam ettirirken, Hizbullah, Haşdi Şabi ve Ensarullah gibi bölgedeki müttefik yapılar üzerinden ABD üslerine yönelik tacizler yoğunlaşabilir. ABD ise İran topraklarına yeni bir saldırı düzenlemeden savunma ve bölgesel tahkimatla yetinebilir. Bu senaryo, kısa vadede büyük savaşı engellese de istikrarsızlık, enerji tedirginliği ve diplomatik baskının sürekli hale gelmesine yol açar.

Senaryo 2: Geçici Ateşkes ve Yeni Pazarlık Masası

ABD saldırısı sonrası İran’ın sınırlı bir misillemeyle yetinmesi, Çin, Rusya ve Türkiye gibi bölgesel aktörlerin araya girmesiyle geçici bir ateşkes ve diplomatik masa ihtimalini doğurabilir. ABD Başkanı Trump’ın “barış zamanı geldi” yönündeki açıklamaları, özellikle Avrupa ve Körfez ülkelerinde diplomatik inisiyatif çağrılarını artırmış durumda. Bu senaryo gerçekleşirse taraflar yeni bir nükleer anlaşma sürecine zorlanabilir. Ancak kalıcı bir çözüm değil, yalnızca krizi zamana yayan bir geçici dengeleme anlamına gelir.

Senaryo 3: Bölgesel Cephe Açılması – Birden Çok Noktada Sıcak Çatışma

İran’ın ABD üslerine doğrudan saldırması veya Hürmüz Boğazı’nı tamamen kapatması hâlinde, bölgesel savaş kaçınılmaz hale gelir. İran meclisinin boğazın kapatılmasına onay vermesi ve kararın şu anda Ali Hamaney’in onayına sunulmuş olması, bu senaryonun ciddi bir olasılık taşıdığını gösteriyor. Böyle bir durumda ABD, İran’ın askeri ve lojistik altyapısına daha sert saldırılar düzenleyebilir. İşgalci İsrail aynı anda kuzey cephesinden harekete geçerek Lübnan ve Suriye üzerinden baskı kurabilir. Körfez ülkeleri savaşa sürüklenebilir, petrol fiyatları 200 doları aşabilir, küresel enflasyon ve enerji krizi derinleşir.

Senaryo 4: Küresel Kırılma – NPT’den Çekilme ve Savaşın Yayılması

En riskli senaryo, İran’ın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’ndan (NPT) resmen çekilmesi ve nükleer silahlanma yoluna girmesidir. Bu adım, yalnızca ABD’nin değil, küresel sistemin tüm dengesini sarsar. İran bu adımı atarsa, ABD geniş çaplı bir hava harekâtıyla karşılık verebilir. Bu gelişme, İran içinde rejim istikrarını da tehdit edebilir. İsrail işgal rejimi ise böyle bir durumda doğrudan savaşa girmek için fırsat kollayacaktır. BM, AB ve diğer uluslararası kurumlar süreçten tamamen dışlanabilir. Bu senaryo, dünya düzeni için bir kırılma noktası anlamına gelir.

Senaryo 5: İç Kriz ve Rejim Sarsıntısı

ABD-İsrail hattının uyguladığı baskı, ekonomik yaptırımların derinleşmesi ve nükleer tesislerin imha edilmesiyle oluşan prestij kaybı, İran’da rejim karşıtı iç tepkiyi güçlendirebilir. Özellikle orta sınıflar ve genç nüfus içinde yayılacak hoşnutsuzluk, rejimin iç dengelerini sarsabilir. Devrim Muhafızları içinde bile 'krizi sertleşmeden çözme' çağrılarının yükseldiği bildiriliyor. Bu senaryo doğrudan bir savaş başlatmaz ancak uzun vadeli iç çözülmelerin başlangıcı olabilir.

Senaryo

Risk

Etki

1 Kontrollü Gerilim

Orta

Bölgesel istikrarsızlık, uzayan kriz

2 Ateşkes & Müzakere

 Düşük-Orta

 Geçici rahatlama, diplomatik zemin kazanımı

3 Bölgesel Yangın

Yüksek

Petrol krizi, göç dalgası, bölgesel savaş

4 Küresel Kırılma

Çok Yüksek

İran–ABD savaşı, uluslararası rejim çöküşü

5 İç Kriz

Belirsiz

Rejim baskısı, halk tepkisi, iç hesaplaşma

 

Süreci Belirleyecek Faktörler

  • İran’ın ABD üslerine yönelik doğrudan saldırı kararı alıp almayacağı
  • Hamaney’in Hürmüz Boğazı’nı kapatma kararını onaylayıp onaylamayacağı
  • Trump yönetiminin saldırıların dozajını artırıp artırmayacağı
  • Çin, Rusya ve Türkiye gibi aktörlerin sürece müdahale kapasitesi
  • İran’daki kamuoyu baskısı ve ekonomik kırılganlık

KİM NE DİYOR? – AKTÖRLERİN POZİSYONLARI

İran

İran yönetimi, ABD’nin nükleer tesislere yönelik saldırısını “egemenliğe açık saldırı ve savaş ilanı” olarak nitelendiriyor. Dışişleri Bakanlığı ve Devrim Muhafızları’ndan yapılan açıklamalarda “misillemenin henüz bitmediği”, “ABD üslerinin artık hedef listesinde olduğu” ve “meşru hedef tanımının genişlediği” vurgulandı. İran Meclisi'nin Hürmüz Boğazı'nın kapatılmasına dair yasa tasarısını onaylaması ve bu kararın Hamaney’in onayına sunulması, gerilimin daha da artabileceğini gösteriyor. Rejimin 'sertlik yanlısı' kanadı, NPT’den çekilme çağrılarını yükseltirken; bazı muhafazakârlar daha temkinli, diplomasiye açık bir yol haritasını savunuyor.

Amerika Birleşik Devletleri

Başkan Donald Trump, saldırıların ardından yaptığı açıklamada İran’ın “durdurulması gerektiğini” ve “ABD’nin güvenliği ile müttefiklerinin korunmasının öncelik olduğunu” belirtti. Pentagon, Fordow ve Natanz’a yapılan saldırıları “başarılı ve stratejik bir önleme” olarak tanımlarken, olası yeni saldırılara karşı teyakkuzun sürdüğü bildirildi. Ancak ABD iç siyasetinde ciddi ayrışmalar yaşanıyor: Cumhuriyetçilerin büyük bölümü saldırıları desteklerken, bazı Demokratlar ve ılımlı Cumhuriyetçiler “kontrolden çıkabilecek bir savaş riski”ne karşı uyarıyor.

İşgalci İsrail Rejimi

İşgalci İsrail rejimi, ABD’nin operasyonunu 'haklı ve gerekli bir adım' olarak savundu. Tel Aviv yönetimi, İran’ın nükleer kabiliyetinin durdurulmasının 'varoluşsal bir güvenlik meselesi' olduğunu belirtiyor. Savunma Bakanlığı, İran’a yönelik ek misilleme saldırılarını planladıklarını duyurdu. Aynı zamanda kuzey cephesinde Hizbullah’a karşı hazırlıklar artırıldı. İsrail kamuoyunda ise hava saldırılarına karşı endişe ve sığınak hazırlıkları dikkat çekiyor.

Rusya

Rusya Dışişleri Bakanlığı, ABD'nin saldırısını 'uluslararası hukukun açık ihlali' olarak nitelendirdi. Moskova, İran’ın egemenliğinin ihlal edildiğini belirterek taraflara itidal çağrısında bulundu. Kremlin sözcüsü Peskov, 'Bölgedeki her yeni provokasyon, küresel felaket riskini artırır' diyerek ABD’yi uyardı. Aynı zamanda Rusya, BM Güvenlik Konseyi'ni acil toplantıya çağırma girişiminde bulundu.

Çin

Pekin yönetimi, İran’ın nükleer tesislerine yönelik saldırıları 'kabul edilemez' bularak, ABD’nin tek taraflı eylemlerini sert bir şekilde eleştirdi. Çin Dışişleri Bakanlığı, 'bölgesel istikrarın ancak diyalogla sağlanabileceğini' belirtti ve taraflara 'daha fazla askeri adımdan kaçınma' çağrısı yaptı. Çin, enerji arz güvenliğini tehdit eden her gelişmeyi ulusal çıkarına tehdit olarak algıladığından, bu kriz Çin diplomasisi açısından da kritik önemde.

Türkiye

Türkiye Dışişleri Bakanlığı, her iki tarafı da 'itidale ve tansiyonu düşürmeye' çağırırken, BM ve İİT çerçevesinde arabuluculuk teklifinde bulundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 'Bölge halkları yeni bir savaşı kaldıramaz' diyerek barışçıl çözüm yollarına işaret etti. Türkiye'nin hem NATO üyesi olması hem de İran’la ekonomik bağlarının derinliği, diplomatik duruşunu dengelemeye zorluyor.

Avrupa Birliği

AB Komisyonu Başkanı ve Fransa, Almanya gibi ülkelerin liderleri, 'tarafları sorumlulukla hareket etmeye' ve 'nükleer anlaşmanın yeniden masaya getirilmesine' çağırdı. Ancak Avrupa’nın diplomatik etkisi şu aşamada sınırlı kalıyor. Brüksel, enerji güvenliği ve göç krizleri konusunda yaşanabilecek yeni dalgalar nedeniyle alarmda.

Körfez Ülkeleri

Suudi Arabistan, BAE ve Katar gibi Körfez ülkeleri, saldırılar sonrası yüksek alarm durumuna geçti. Riyad yönetimi, ABD’yle savunma iş birliğini artırırken, Katar taraflara 'sükûnet' çağrısı yaptı. Ancak bu ülkeler, İran’a doğrudan eleştiride bulunmaktan kaçınarak hassas dengeyi korumaya çalışıyor.

ÇOK KUTUPLU BİR KIRILMA EŞİĞİ

İran ile işgalci İsrail arasında uzun süredir kaynayan gerilim, ABD’nin doğrudan askeri müdahalesiyle artık yalnızca bölgesel değil, küresel bir çatışma sarmalına dönüşmüş durumda. Nükleer tesislere yapılan saldırılar, Hürmüz Boğazı’nın kapatılmasına yönelik siyasi hazırlıklar ve İran’ın misillemeleri, bu çatışmanın artık 'kontrol edilebilir bir kriz' olmaktan çıktığını gösteriyor.

Uluslararası aktörlerin açıklamaları, tarafların pozisyonlarını netleştirdiği kadar, diplomatik kanalların daraldığını da ortaya koyuyor. Her bir açıklama, savaşın derinleşmesini önlemek yerine tarafların el yükselttiği bir retoriğe dönüşüyor. Bu tablo içinde arabuluculuk girişimleri ve uluslararası hukuk mekanizmaları etkisizleşirken, çatışmanın yönü büyük ölçüde 'karar verici liderlerin kişisel iradelerine' bağlı hale geliyor.

Bu kriz sadece İran ile işgalci İsrail ya da ABD arasında yaşanan bir bilek güreşi değil; aynı zamanda dünya enerji güvenliğinin, uluslararası nükleer rejimin ve bölgesel dengelerin geleceğini belirleyecek çok katmanlı bir sınav. Hatalı bir hamle, yalnızca Orta Doğu’yu değil; Avrupa’dan Asya’ya, Pasifik’ten Afrika’ya kadar tüm coğrafyaları etkileyebilecek yeni bir savaş düzenini tetikleyebilir.

Dünya, şimdi kritik bir soruyla baş başa: Bu gidişat, dengeli bir geri adım ile soğutulabilecek mi? Yoksa bu ateş, yeni bir jeopolitik çağın başlangıç kıvılcımı mı olacak?