ABD’nin dış politikası artık yalnızca Amerikan halkının çıkarlarıyla şekillenmiyor. Siyonist lobiler, Washington’daki karar alma mekanizmalarını adım adım kuşatmış durumda. Bu derin etki yalnızca Orta Doğu’da değil, küresel krizlerde, medya dilinde, ekonomik dalgalanmalarda ve savaş politikalarında da kendini gösteriyor.
Eklenme: 25.06.2025 16:01:55 | Güncelleme: 26.06.2025 10:47:39ABD, bir süredir görünmeyen ama giderek sertleşen bir tahakküm altında: Siyonist lobilerin siyasete, orduya, medyaya ve kamuoyuna yön veren kuşatması. Amerikan İsrail Kamu İşleri Komitesi (AIPAC), Amerika Ulusal Güvenlik için Yahudi Enstitüsü (JINSA), Demokrasileri Savunma Vakfı (FDD) ve onların etrafında şekillenen finans, medya ve düşünce kuruluşları ağı; sadece Amerikan iç siyasetini değil, dünya barışını da tehdit ediyor.
Gazze’de binlerce sivilin katledilmesine rağmen süren koşulsuz İsrail desteği, İran nükleer tesislerine düzenlenen saldırılarda Washington’un sessiz ortaklığı, Ukrayna meselesindeki çifte standartlar… Tüm bu gelişmeler, Siyonist lobinin derin etkisinin sadece birer yansıması.
Bu dosya haberde, Siyonist yapının ABD’yi nasıl adım adım ele geçirdiğini, bu nüfuzun geçmişten bugüne nasıl kurumsallaştığını, ve Gazze’den Tahran’a, Kiev’den Beyrut’a kadar nasıl bir küresel istikrarsızlık ürettiğini gerçek tanıklıklar, resmi belgeler ve uzman görüşleriyle ortaya koyuyoruz.
ABD’de İsrail işgal rejimine koşulsuz destek yalnızca ideolojik bir tercih değil, sistematik bir lobi organizasyonunun sonucudur. Bu lobi; siyasi karar alıcıları finanse eden, medyayı yönlendiren, akademiyi etkileyen ve kamuoyunun algısını şekillendiren çok katmanlı bir yapıya sahiptir. Aşağıda bu yapıyı oluşturan başlıca kuruluşları, kullandıkları yöntemleri ve oluşturdukları tehditleri tüm açıklığıyla ortaya koyuyoruz.
AIPAC – Amerikan İsrail Kamu İşleri Komitesi
ABD’deki en etkili yabancı menşeili lobi olan AIPAC, Kongre üyelerine seçim bağışları üzerinden baskı kurar. 2022 yılında yalnızca Demokrat adaylara karşı yürüttüğü kampanyalarda 26 milyon dolar harcadı. Jamaal Bowman ve Cori Bush gibi isimler "İsrail karşıtı" görülerek hedef gösterildi.
JINSA – Amerika Ulusal Güvenlik için Yahudi Enstitüsü
Savunma politikaları üzerinde etkili olan JINSA, emekli generaller ve askeri danışmanlar üzerinden Pentagon’a, Beyaz Saray’a ve Savunma Bakanlığı’na yön verir. Mart 2025’te yayımladıkları açık mektupta, İran’ın askeri hedeflerine karşı “önleyici saldırı” çağrısında bulundular. Bu, İsrail’in bölgesel savaş stratejilerine doğrudan ABD desteği talebidir.
FDD – Demokrasileri Savunma Vakfı
İsmi “demokrasi” olsa da politikaları tamamen İsrail çıkarlarına odaklıdır. İran’a karşı ekonomik ambargo ve saldırı politikalarını destekleyen FDD, “Maximum Pressure Act” gibi yasa tasarılarını hazırlatarak Kongre’ye taşır. Medya organlarına yön verdiği analizlerle kamuoyu algısını da dönüştürür.
CUFI – İsrail İçin Birleşen Hristiyanlar
ABD'deki Evanjelik tabanı harekete geçiren bu örgüt, dini söylemlerle Siyonist politikalara “ilahi destek” havası kazandırır. Kongre üyeleri üzerindeki baskının manevi dayanağını oluşturur.
AJC – Amerikan Yahudi Komitesi & ADL – İftira ve İnkarla Mücadele Birliği
Medya, eğitim ve dijital platformlarda “antisemitizm” gerekçesiyle Filistin yanlısı görüşleri susturmaya çalışır. Bu kuruluşlar, dijital sansür mekanizmalarının oluşturulmasında da başroldedir.
Conference of Presidents – Başlıca Amerikan Yahudi Kuruluşları Başkanlar Konferansı
Amerikan Yahudi cemaatlerinin politik eşgüdüm organıdır. AIPAC’in stratejik yönlendirme gücünü tamamlayıcı niteliktedir. Dışişleri Bakanlığı ile doğrudan temas halindedir.
Siyonist lobinin ABD iç siyasetindeki etkinliği büyük ölçüde ekonomik gücüne dayanır. OpenSecrets.org verilerine göre, 1990’dan bu yana yalnızca AIPAC ve ona bağlı PAC’ler aracılığıyla ABD'deki seçim süreçlerine aktarılan fon miktarı 250 milyon doları aşmıştır. Bu fonlar, seçim kampanyalarında aday belirleme ve karar süreçlerini manipüle etme amacıyla kullanılır. Özellikle Temsilciler Meclisi üyeleri, İsrail yanlısı olmayan her tutumlarında bu fonlarla hedef alınmakta; karşılarına güçlü medya destekli rakipler çıkarılmaktadır. Bu durum yalnızca siyasi rekabetin değil, doğrudan temsil hakkının ihlal edilmesi anlamına gelir.
Siyonist lobi yalnızca siyasi temsil değil, medya üzerinden yürütülen kamuoyu oluşturma sürecinde de belirleyici bir aktördür. CNN, Fox News ve The New York Times gibi medya devlerinde İsrail’e yakın kadroların varlığı, haber dilini ve içerik çerçevesini doğrudan etkilemektedir. 7 Ekim sonrasında Gazze’de gerçekleştirilen hastane saldırılarında, İsrail'in resmi açıklamaları birebir aktarılmış; Filistinli gazetecilerin tanıklıkları göz ardı edilmiştir. Wired dergisinin 2025 tarihli analizine göre, Fordow tesisine yapılan saldırı sonrası ABD kamuoyuna servis edilen görüntüler, Trump ve medya partneri Sean Hannity üzerinden manipüle edilmiş; bu yolla saldırının kapsamı olduğundan daha büyük gösterilmiştir. Bu, Siyonist lobinin medya üzerinden yürüttüğü algı operasyonunun güncel bir örneğidir.
FDD, JINSA ve Hudson Institute gibi düşünce kuruluşları, yalnızca fikir üretmekle kalmayıp yasa tasarıları, savunma planları ve dış politika önceliklerinin şekillenmesinde de etkin rol oynar. Kongre üyelerine düzenli olarak sunulan brifingler, teknik raporlar ve senaryo analizleri, ABD’nin dış politika adımlarını önceden belirlenmiş bir lobi çizgisine oturtur. İran’a yönelik "önleyici saldırı" doktrini, bu raporlarla meşrulaştırılmış; Pentagon içinde askeri karar alma süreçlerini etkilemiştir. Bu mekanizmalar yalnızca tavsiye düzeyinde değil, karar alma süreçlerinin yönlendiricisi olarak işlev görmektedir. Ayrıca bu kuruluşların katkısıyla oluşturulan "Israel Anti-Boycott Act" gibi yasa teklifleri, sivil toplumu ve akademiyi hedef alan baskı araçları haline gelmiştir.
Tüm bu örnekler, Siyonist lobinin ABD’de yalnızca etkili değil, sistem kurucu ve dönüştürücü bir güç haline geldiğini ortaya koymaktadır. Bu güç, Amerikan kurumlarına içeriden müdahale eden, küresel savaş kararlarını etkileyen ve kamuoyunu manipüle eden çok boyutlu bir tahakküm mekanizmasına dönüşmüştür.
Amerikan siyasetinin kurumsal yapısı, uzun yıllar boyunca sermaye ve lobilerin etkisine açık biçimde tasarlanmıştır. Ancak bu açık yapının en güçlü şekilde işgal edildiği alan hiç kuşkusuz Siyonist lobinin sızdığı kongre yapıları, komiteler ve danışman mekanizmalarıdır. Temsilciler Meclisi ve Senato'da görev yapan birçok isim, yalnızca seçmenlerinin değil, doğrudan AIPAC ve bağlantılı bağış ağlarının desteğiyle koltuklarına oturmakta, siyasi hayatlarını da bu desteklerle sürdürmektedir.
Kongre üyeleri üzerinde uygulanan baskı yalnızca fon ve bağışla sınırlı değildir. Bazı vekiller doğrudan medya aracılığıyla itibarsızlaştırılmakta, sosyal medya kampanyalarıyla tehdit edilmekte ya da karşılarına çıkarılan "sözde ilerici" adaylarla siyaseten tasfiye edilmektedir.
Eski Temsilciler Meclisi Üyesi Betty McCollum:
“AIPAC beni İsrail’e yeterince sadık olmadığım için doğrudan hedef aldı.”
Açıklamasının ardından yine Eski Temsilciler Meclisi Jamaal Bowman örneğinde olduğu gibi “terör destekçisi” ilan edilerek lobinin medya kanalları üzerinden sistematik bir şekilde hedef alındı.
Bu süreçlerin en dikkat çeken yönü, Siyonist lobinin yalnızca Kongre üyeleriyle değil, danışmanları ve yasa tasarısı hazırlayan bürokratlarla da yakın ilişkiler kurarak kurumsal metinlere yön vermesidir. ABD Dışişleri Bakanlığı ile bağlantılı komisyonlarda, AIPAC’in yönlendirdiği isimlerin hazırladığı politika belgeleri karar süreçlerini şekillendirmektedir. Bu belgeler, özellikle Orta Doğu politikalarında İsrail’in çıkarlarını temel alacak şekilde yapılandırılmakta, İran ve Filistin gibi meselelerde askeri çözümler öne çıkarılmaktadır.
Beyaz Saray düzeyinde de etkili olan Siyonist lobi, özellikle Ulusal Güvenlik Konseyi’nde görevli danışmanlar aracılığıyla başkanın kararlarını yönlendirme gücüne sahiptir. 2025 Trump yönetiminde, İran’a yönelik operasyon planlarında JINSA’nın yönlendirdiği askeri stratejiler ile FDD’nin sunduğu ekonomik çökertme planları paralel ilerlemiştir. Bu yapılar, ABD başkanlık kararlarını doğrudan etkileyen rapor ve istihbarat özetlerini hazırlayan kaynaklar haline gelmiştir.
Bu nüfuzun sonucunda, ABD'nin iç ve dış siyasetinde halkın, kurumların ve anayasaya dayalı denge-denetleme mekanizmalarının dışında, görünmeyen ama son derece etkili bir karar verici olarak Siyonist lobi yer almaktadır. Bu yalnızca temsili değil, devletin bütünlüğünü de zedeleyen bir müdahale biçimidir.
1. Natanz, Fordow ve İsfahan’a Yönelik Saldırılar
2025 Haziran’ında ABD Başkanı Donald Trump’ın doğrudan onayıyla İran’a yönelik gerçekleştirilen hava saldırıları, yalnızca askeri bir müdahale değil; Siyonist lobinin stratejik yönlendirmesinin sahadaki tezahürüydü. İran’ın nükleer programında kilit öneme sahip Natanz, Fordow ve İsfahan tesisleri, ABD yapımı GBU-28 ve GBU-57 "bunker buster" mühimmatlarıyla hedef alındı. Bu tür mühimmatların yalnızca ABD’nin envanterinde bulunması ve özel izinle kullanılması, operasyonun arkasındaki siyasi etkiyi gözler önüne serdi.
JINSA’nın (Amerika Ulusal Güvenlik için Yahudi Enstitüsü) aylar öncesinden yayınladığı askeri strateji notlarında, İran’ın nükleer altyapısına yönelik “önleyici saldırılar” önerilmiş; bu saldırıların sadece İsrail için değil, “ABD’nin Ortadoğu’daki istikrarı” için de zorunlu olduğu savunulmuştu. Benzer şekilde FDD (Demokrasileri Savunma Vakfı) de Kongre üyelerine gönderdiği brifinglerde bu operasyonların “meşru savunma” olarak sunulması gerektiğini belirtmişti. Wired dergisi, saldırılardan sonra ABD kamuoyuna servis edilen görsel içeriklerin gerçeği yansıtmadığını ve Fox News kanalı üzerinden organize bir dezenformasyon kampanyası yürütüldüğünü belgeledi.
2. Gazze Soykırımı ve Silah Destek Zinciri
7 Ekim 2023’te başlayan ve hâlen devam eden Gazze saldırıları, 50 binden fazla Filistinlinin hayatını kaybettiği bir soykırıma dönüşmüştür. Bu süreçte ABD’nin İsrail işgal rejimine sağladığı destek, askeri yardım paketlerinin çok ötesine geçmiş, savaş suçlarına ortaklık düzeyine varmıştır. Washington yönetimi, saldırıların başladığı ilk üç ayda İsrail’e toplamda 4 milyar doları aşkın silah, mühimmat ve istihbarat desteği sağlamıştır.
ABD Senatosu'nda bazı ilerici isimler –özellikle Bernie Sanders ve Elizabeth Warren– bu duruma açık tepki göstermiştir. Sanders, “Bu kolektif cezalandırmadır. ABD bu suça ortaktır.” diyerek İsrail’e sağlanan askeri yardımın durdurulmasını istemiştir. Buna rağmen AIPAC’in Kongre üzerindeki etkisi sayesinde bu talepler engellenmiş, Gazze'de sivillerin yaşadığı toplu katliamlar sessizce izlenmiştir. Foto muhabiri Abdulraheem Khader’in, İsrail’in hava saldırısıyla ailesinden 48 kişiyi kaybetmesi ve sadece dört kişiyi defnedebilecek zaman bulabilmesi, savaşın insani boyutunu gözler önüne seren güçlü bir tanıklıktır.
3. İsrail-İran Gerilimi ve Nükleer Gölge
İsrail’in, İran’ın nükleer altyapısını hedef alan saldırıları ve sabotaj girişimleri 2025 yılında daha da hız kazanmış; ABD bu süreçte hem diplomatik hem askeri anlamda İsrail’in arkasında durmuştur. Özellikle Negev çölü üzerinden kalkan İsrail uçaklarının İran içindeki hedeflere yönelik saldırıları, ABD ile İsrail arasındaki askeri işbirliğinin derinliğini gösterir niteliktedir. Bu saldırılar için kullanılan "Massive Ordnance Penetrator" (GBU-57) bombalarının yalnızca ABD’nin onayıyla İsrail’e verildiği bilinmektedir.
Bu noktada FDD’nin, “İran tehdidinin bertaraf edilmesi” yönünde hazırladığı raporların Beyaz Saray’a ve Kongre komisyonlarına iletildiği ve askeri müdahalenin zeminini hazırladığı ortaya çıkmıştır. Aynı süreçte ABD medyasında İran karşıtı yoğun bir dezenformasyon kampanyası yürütülmüş; nükleer program, medya aracılığıyla kamuoyuna “küresel tehdit” olarak sunulmuştur. Siyonist lobinin yönlendirmesiyle şekillenen bu söylem, uluslararası diplomasi yollarını tıkamış ve savaş seçeneğini meşrulaştırmıştır.
4. Ukrayna Savaşı ve Çifte Standart Paradoksu
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgali karşısında ABD yönetiminin gösterdiği sert tepki ve insani söylem, Gazze’de yaşananlara karşı takınılan sessizlikle çarpıcı bir çelişki oluşturmaktadır. ABD’li liberal kanaat önderleri ve akademisyenler –Max Boot, Anne Applebaum, Michael McFaul gibi isimler– Ukrayna’daki sivil kayıpları insan hakları açısından gündeme taşırken, Gazze’deki katliamları ya görmezden gelmiş ya da İsrail’in “meşru savunma hakkı” retoriğini tekrar etmiştir.
AIPAC’in bu süreçte Ukrayna’ya destek mesajları yayınlayıp aynı anda Gazze’deki sivil ölümlerle ilgili tek bir kınama yayımlamaması, Siyonist lobinin “insan hakları” duyarlılığının ne kadar seçici ve çıkar odaklı olduğunu göstermektedir. Bu çifte standart, ABD’nin uluslararası güvenilirliğini zedelerken, Filistin davasına dair küresel farkındalığın bastırılmasına neden olmuştur.
5. Geçmiş Müdahalelerden Süregelen Etki Zinciri
Siyonist lobinin etkisi yalnızca güncel olaylarla sınırlı değildir. 2003’te Irak’a yönelik askeri müdahale sürecinde AIPAC, Saddam Hüseyin’in “İsrail için tehdit” olduğu yönünde raporlar hazırlayarak ABD Kongresi’ne baskı yapmıştır. Bu raporlar, dönemin karar alma süreçlerinde önemli rol oynamış ve işgalin gerekçelerinden biri haline gelmiştir.
1980’lerde yaşanan Iran–Contra skandalı, İsrail üzerinden İran’a gizlice silah gönderilmesi ve bu süreçte Pentagon’daki bazı isimlerle kurulan gizli ilişkiler ağı, lobinin derin yapılarla olan temasını ortaya koymuştur. Ayrıca 2005 yılında AIPAC çalışanlarının Pentagon’dan gizli bilgi sızdırdığı gerekçesiyle yargılanması, bu etkinin sadece siyasî değil, aynı zamanda güvenlik birimlerine kadar uzandığını belgelemiştir.
Son olarak, "Israel Anti-Boycott Act" gibi yasa teklifleriyle Siyonist lobi, sadece dış politikayı değil, ABD iç hukukunu da kendi lehine biçimlendirmeye çalışmaktadır. Bu yasa, Boykot-Yatırımların Geri Çekilmesi-Yaptırımlar (BDS) hareketine destek veren kişi ve kurumlara hukuki yaptırım öngörerek ifade özgürlüğünü tehdit eden bir nitelik taşımaktadır. ADL ve AJC gibi kuruluşların bu yasa üzerindeki baskı faaliyetleri, Amerikan kamuoyunun temsil haklarına yönelik sistematik bir müdahaleyi temsil etmektedir.
Siyonist lobinin ABD üzerindeki etkisi, yalnızca bir lobi faaliyetinden ibaret değildir; bu etki, modern dünya düzenini şekillendiren yapısal bir güce dönüşmüştür. Bu güç, Amerikan siyasi sistemini içeriden kuşatmış, medyayı kontrol altına almış, askeri kararları yönlendirmiş ve kamuoyunun algısını belirlemiştir. AIPAC’in kongre üzerindeki baskısından JINSA’nın savaş stratejilerine, FDD’nin yasa tasarılarına sunduğu brifinglerden medya kuruluşlarına sızdırılan manipülatif görsellere kadar her aşamada bu gücün izlerine rastlamak mümkündür.
ABD’nin Gazze’deki katliama verdiği koşulsuz destek, İran’a karşı yürütülen agresif dış politika ve Ukrayna meselesinde ortaya çıkan çifte standart, Siyonist yapının yön verdiği çok katmanlı çıkar denklemine işaret etmektedir. Bu denklemde Filistinli çocukların hayatı, İranlı sivillerin güvenliği ya da Amerikan halkının gerçek çıkarları yer almamakta; yalnızca İsrail’in bölgesel hegemonyasını sağlamlaştırmaya yönelik hamleler öne çıkmaktadır.
Daha da çarpıcısı, bu lobi yapısı yalnızca dış politikayı değil, ABD iç hukuk sistemini ve bürokratik işleyişi de dönüştürmüştür. Boykot hakkını hedef alan yasa girişimleri, ifade özgürlüğünü tehdit eden antisemitizm kampanyaları ve medya üzerindeki tek taraflı sansür mekanizmaları, artık toplumda olması gereken denge-denetim ilkesinin sistematik şekilde askıya alındığını göstermektedir.
Bugün gelinen noktada, ABD halkının iradesi ile devletin karar alma süreçleri arasındaki makas, hiç olmadığı kadar açılmış durumdadır. Bu durum sadece ABD için değil, dünya halkları için de büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Siyonist lobi yalnızca bir dış politika aktörü değil; küresel krizleri derinleştiren, savaşları körükleyen ve adaleti susturan bir tahakküm aracıdır.
Bu gerçek, göz ardı edilemeyecek kadar somut, belgelenmiş ve sistematiktir. Bu yüzden Siyonist lobinin etkisi yalnızca teşhir edilmeyi değil; hesap sorulmayı ve sınırlandırılmayı hak etmektedir.