News-1

Dosya

Dürziler: Kimlerdir, Neye İnanıyorlar? İşgalci İsrail ile İç İçe Geçen Jeopolitik Rolleri

Orta Doğu’nun en kapalı topluluklarından biri olan Dürziler, gizemli inanç sistemleri ve stratejik konumlarıyla yalnızca tarihsel bir merak unsuru değil, aynı zamanda işgalci İsrail’in bölgedeki siyasetinde belirleyici bir araç haline gelmiş durumda. Peki Dürziler kimdir, neye inanırlar ve neden bu kadar önemlidirler?

Eklenme: 15.07.2025 14:09:35 | Güncelleme: 15.07.2025 15:27:41
Bu Haberi
Paylaş

Kutsal kitapları sır, ibadetleri gizli, toplulukları dışa kapalı... Dürzîler yüzyıllardır Orta Doğu'nun en bilinmeyen dini-etnik gruplarından biri olmayı sürdürüyor. Ancak onları sadece tarihsel bir folklor olarak görmek büyük bir yanılgı olur. Bugün başta İsrail olmak üzere birçok bölgesel aktör, Dürzîlerin stratejik varlığını bir kaldıraç olarak kullanıyor. İsrail'in Golan Tepeleri’nden iç istihbarat servislerine kadar uzanan çok katmanlı siyasetinde Dürzîler özel bir rol üstlenmiş durumda. Sadakat ile kimlik arasında sıkışmış bu topluluk, artık sadece inançlarıyla değil, askeri, siyasi ve etnik dengelere etkileriyle de Orta Doğu denkleminde kilit bir oyuncu hâline geldi.

Lübnan Dürzileri Suveyda'da olup bitenleri nasıl görüyor? | Independent  Türkçe

DÜRZİLER KİMDİR?

Tarih Sahnesine Çıkışları ve Kökenleri

Dürzîler, 11. yüzyılın başlarında Mısır’daki Fatımiler döneminde ortaya çıkan, ardından Levant bölgesine yayılan özgün bir inanç topluluğudur. İnancın oluşumunda, ruhani lider el-Hâkim bi-Emrillah’ın tanrısal niteliklere sahip olduğuna inanan Hamza bin Ali'nin öğretileri belirleyici olmuştur. Topluluk zamanla bu öğreti etrafında şekillenmiş, ilk mensupları Mısır’dan Şam, Lübnan ve Güney Suriye’ye dağılmıştır. Bu süreçte Dürzîler, baskılardan kaçınmak için dağlık ve ulaşılması güç coğrafyalara yerleşmiş, izole bir yapı benimseyerek kimliklerini koruma yönünde stratejik bir yönelim geliştirmiştir.

Osmanlı Döneminde Statüleri ve Bölgesel Güç İlişkileri

Osmanlıların 1516’da bölgeyi fethetmesiyle birlikte Dürzîler, merkezî otoriteyle doğrudan çatışmadan kaçınan, yerel özerklikler üzerinden ilişki kuran bir topluluk olarak öne çıkmıştır. Lübnan Dağları’nda Ma’nî ve Şihabî hanedanları aracılığıyla bölgesel yönetimlerde etkinlik kazanmışlardır. 17. yüzyılda Emir Fakhreddin el-Ma’nî önderliğinde yarı-bağımsız bir siyasal yapı düzenlenmiş; ancak bu yapı Osmanlı tarafından 1635’te bastırılmıştır. Sonraki dönemlerde Osmanlı, Dürzî toplumunu vergi ve idari özerklikle kontrol altında tutmayı tercih etmiş, bu yaklaşım topluluğun iç dayanışmasını pekiştiren bir zemin oluşturmuştur.

Fransız Manda Dönemi ve Silahlı Direniş Tecrübesi

Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle birlikte, Dürzîlerin bölgedeki yeni güçlere karşı konumlanışı da değişmiştir. Fransız manda yönetimi altındaki Suriye’de, Cebel el-Dürz bölgesinde yaşayan Dürzîler 1925 yılında geniş çaplı bir ayaklanma başlatmış, Sultan el-Atraş liderliğindeki direniş Suriye Büyük İsyanı olarak tarihe geçmiştir. Fransızlar bu direnişi şiddetle bastırsa da, Dürzî toplumu bu süreçte Arap milliyetçiliği hafızasında önemli bir direniş gücü olarak yer edinmiştir.

Siyonist İşgal Rejimi Dönemi ve Kimlik Ayrıştırması

1948’de işgal rejimi İsrail’in kurulmasıyla birlikte Dürzîler, Arap toplumu içerisindeki konumları itibarıyla özel bir hedef hâline gelmiştir. İşgalci rejim, içerideki Arap nüfusu bölmek amacıyla 'sadık azınlıklar' stratejisi doğrultusunda Dürzîleri diğer Filistinli Araplardan sistematik olarak ayrıştırmıştır. 1956 yılında çıkarılan yasayla, işgal rejimi vatandaşlığına sahip Dürzî erkekler için zorunlu askerlik uygulaması başlatılmıştır. Bu uygulama, topluluğun kimliğini hem içte hem dışta tartışmalı bir zemine çekmiş, birçok Dürzî için askeri sadakat ile etnik-dini aidiyet arasında bir gerilim oluşturmuştur.

Özellikle işgal altındaki Golan Tepeleri’nde yaşayan Suriye vatandaşı Dürzîler, vatandaşlık dayatmalarını reddederek kimliklerini koruma direnci göstermiştir. Bugün işgal rejimi sınırları içinde yaklaşık 150 bin Dürzî yaşamaktadır. Topluluk üyeleri, ordu ve istihbarat teşkilatları da dahil olmak üzere rejim bürokrasisinde görünür roller üstlenmektedir. Ancak bu durum, işgal rejiminin 'çoğulculuk' ve 'entegrasyon' görüntüsü oluşturma siyasetinin bir parçası olarak işlev görmekte; Dürzî kimliği bu stratejiler doğrultusunda araçsallaştırılmaktadır.

DÜRZİ İNANCI NASIL ORTAYA ÇIKTI? NEYE İNANIYORLAR?

Ezoterik Bir Yolun Başlangıcı: Fatımî Halifeliği ve El-Hâkim

Dürzî inancı, 11. yüzyılın başlarında, Mısır merkezli Şii-İsmailî Fatımîlerin içinden doğmuştur. Bu inancın ortaya çıkışı, doğrudan dönemin tartışmalı el-Hâkim bi-Emrillah (996–1021) ile bağlantılıdır. El-Hâkim, iktidarının son dönemlerinde aldığı sert kararlar, çelişkili uygulamaları ve dini hiyerarşiye karşı duruşu nedeniyle hem halk hem de ulema nezdinde büyük tartışmalara yol açmıştır. 1021 yılında gizemli bir şekilde ortadan kaybolması, onun ilahi bir varlık olduğuna inanan bazı takipçilerinin ortaya çıkmasına neden olmuş; bu tarih, Dürzîliğin temel mitolojisinin başlangıç noktası olmuştur.

Hamza bin Ali ve Doktrinin Teşekkülü

Dürzîliğin kurucu ideoloğu kabul edilen kişi, el-Hâkim döneminde yaşamış bir İsmailî düşünür olan Hamza bin Ali’dir. Hamza, el-Hâkim’in tanrısal bir tecelli olduğunu ilan etmiş ve bu teolojik temele dayalı özgün bir doktrin geliştirmiştir. Hamza'nın öğretileri, geleneksel İslam'dan ciddi şekilde ayrılan; kozmolojik, metafizik ve felsefi katmanlarla zenginleşmiş bir sistem oluşturmuştur. Bu öğretiler doğrultusunda 1017 yılında Dürzîliğin resmi tebliği başlamış, Kahire’de Hamza ve müridleri tarafından halka açık vaazlar düzenlenmiştir. Ancak bu tebliğ, kısa sürede hem halkın hem de Fatımî yönetiminin tepkisini çekmiş ve Dürzîlere karşı şiddetli baskı süreci başlamıştır. Bu dönemde Hamza ortadan kaybolmuş (veya gizlenmiş), takipçileri Mısır’dan kaçarak Şam, Lübnan ve Güney Suriye’nin dağlık bölgelerine yerleşmiştir.

Doktriner Yapı ve İnancın Temel Esasları

Dürzî inancı, derin bir batınîlik (ezoterizm) anlayışına dayanır. Açık tebliğe kapalı olan bu inanç sistemi, yalnızca inisiye olmuş az sayıdaki birey tarafından öğrenilebilen kutsal metinlere (Rasāʾil al-Ḥikma – Hikmet Risaleleri) sahiptir. Bu metinler 111 risaleden oluşur ve sadece 'ukkāl' (bilge) sınıfına açıktır. Toplumun büyük çoğunluğu olan 'cuhhāl' ise inancın detaylarına erişemez. Bu hiyerarşik yapı, inanç ile bilgi arasında keskin bir ayrım oluşturarak Dürzîliğin iç bütünlüğünü sağlamaktadır.

Dürzîlik’te İslam’ın beş şartı, sembolik ya da reddedilmiş şekildedir. Namaz, oruç, hac gibi ibadetler yerini içsel ahlak ve ruhsal olgunlaşmaya bırakmıştır. Bu nedenle Dürzî toplumu Ramazan orucu tutmaz, hacca gitmez. Tanrı anlayışı ise farklı bir tevhid inancına dayanır ancak el-Hâkim’in tanrısallığı inancın merkezindedir. Tanrı'nın mutlak birlik ve aşkınlık hâlinde olduğu, ancak belli dönemlerde 'tecelli' yoluyla bazı şahıslarda göründüğü kabul edilir. Bu öğreti, klasik İslam akideleriyle bağdaşmayan ciddi bir farklılık oluşturur.

Tenasüh İnancı: Ruhun Devamlılığı ve Ahlaki Dönüşüm

Dürzîliğin en ayırt edici doktrinlerinden biri, tenasüh (reenkarnasyon) inancıdır. Buna göre, insan ruhu ölmez; bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürür. Ruhun yeni bedene geçişi, bir tür ahlaki değerlendirmeye bağlıdır. Erdemli bir yaşam süren ruh, daha iyi bir bedene geçerken; kötü davranış sergileyen ruh, aşağı seviyede bir varlık olarak tekrar dünyaya gelir. Bu döngü, ruh olgunluk seviyesine ulaşana kadar devam eder. Bu inanç, ölüm anlayışını dramatik bir kopuştan ziyade sürekliliğin bir halkası olarak tanımlar. Aynı zamanda Dürzî toplumunda adalet, disiplin ve sosyal sorumluluğun da ahlaki temelini oluşturur.

Dinî Kimlik, Kapalı Toplum ve Toplumsal Süreklilik

Dürzîlik, dışa tamamen kapalı bir inançtır. Dışarıdan Dürzî olunamaz, içeriden çıkan biri geri dönemez. Bu yaklaşım, topluluğun sayısal olarak sınırlı kalmasına neden olmuş; ancak aynı zamanda kimliğini muhafaza etmesini de kolaylaştırmıştır. Dürzîler sadece kendi içlerinden biriyle evlenir; dış evlilikler kesin olarak yasaktır ve toplumsal dışlanmayla sonuçlanır. Bu kapalı yapı, özellikle dış tehditler karşısında Dürzîlerin dayanıklılığını artırmış, tarih boyunca çok sayıda siyasi kriz ve mezhep çatışmasından görece az etkilenmelerini sağlamıştır.

Felsefi ve Tarihsel Etkiler

Dürzîlik sadece İslamî kaynaklara değil, aynı zamanda Yunan felsefesi, Yeni Platonculuk, Gnostik öğretiler ve muhtemelen Hindistan kökenli bazı düşünce sistemlerine de referanslar içeren karma bir yapıya sahiptir. İnanç sisteminin çok katmanlı kozmolojisi, özellikle tanrı-akıl-ruh-madde ilişkileri bakımından derin metafizik tartışmalara açıktır. Bu yönüyle Dürzîlik, Sünni-Şii ayrımı içinde değil, tamamen ayrı bir felsefi-dini gelenek içinde değerlendirilmelidir.

İŞGALCİ İSRAİL İLE DÜRZİLERİN İLİŞKİLERİ

1948 Sonrası Yeni Bir Siyasi Denklemin Doğuşu

1948 yılında işgal rejimi İsrail'in kurulması, yalnızca Filistinliler için değil, bölgedeki tüm dini ve etnik azınlıklar açısından yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Dürzî toplumu da bu dönüşümden doğrudan etkilendi. İşgalci İsrail rejimi, kuruluşundan itibaren yalnızca toprak işgaline değil, aynı zamanda demografik mühendisliğe ve kimlik manipülasyonuna dayalı bir siyaset yürüttü. Bu kapsamda içerideki Arap topluluklarını birbirinden ayrıştırmak, parçalamak ve kontrol altında tutmak amacıyla özel stratejiler geliştirildi. Dürzîler, bu ayrıştırma planının merkezine yerleştirilen gruplardan biri oldu.

İsrail, Dürzî toplumunu diğer Filistinli Araplardan ayrı bir kategori olarak tanımlayarak, onları 'sadık azınlık' kimliğiyle öne çıkardı. Bu söylem, hem içeride Arap dayanışmasını zayıflatmayı hem de dışarıya karşı çokkültürlü, azınlıklara saygılı bir rejim imajı oluşturmayı amaçlıyordu. Dürzîler böylece, işgal rejiminin meşruiyet inşası ve iç denetim politikaları açısından önemli bir enstrümana dönüştürüldü.

Zorunlu Askerlik Yasası ve Kurumsal Ayrıştırma

1956 yılında çıkarılan bir yasa ile İsrail vatandaşı Dürzî erkeklere zorunlu askerlik getirildi. Bu yasa, işgal altındaki topraklarda yaşayan Araplar arasında yalnızca Dürzîleri kapsayarak, onları sistematik biçimde diğer Filistinli Araplardan ayırdı. Zorunlu askerlik uygulaması, Dürzî toplumu içinde büyük bir kırılmaya neden oldu. Askerliğe alınan Dürzî gençler, İsrail işgal ordusu saflarında görev yapmaya başladı; bazıları istihbarat, iç güvenlik ve sınır bölgelerinde kritik roller üstlendi.

Bu uygulama, Dürzîlerin askeri sistemle bütünleşmesini sağlarken, aynı zamanda onları Filistinli toplumun gözünde tartışmalı bir konuma taşıdı. Filistin davasına aktif destek sunamayan veya rejimin baskı aygıtında yer alan Dürzî bireyler, Arap kamuoyunda sıklıkla 'işbirlikçi' yaftasına maruz kaldı. Ancak bu durum, basit bir tercihten ziyade, topluluk üzerindeki siyasal ve ekonomik baskının kaçınılmaz bir sonucuydu. İşgal rejimi, Dürzî gençlerine sivil kamu alanlarında daha az iş imkânı tanıyarak, onları askeri kariyere yönlendirmeyi teşvik etti.

Kimlik Mühendisliği: Ayrı Eğitim ve Hukuki Statü

İşgalci İsrail rejimi, Dürzîleri sadece askerî değil, sosyal ve kültürel olarak da ayrıştırmak üzere kurumsal adımlar attı. 1970’li yıllarda Dürzîler için ayrı müfredatlara sahip okullar oluşturuldu. Bu okullarda Arap ulusal kimliği yerine İsrail'e sadakat temelli içerikler ön plana çıkarıldı. Tarih derslerinde Arap tarihi minimize edilirken, Siyonist anlatı merkeze alındı. Bu eğitimsel ayrımcılık, yalnızca bir pedagojik tercih değil, Dürzî gençliğini kimliksel olarak rejime entegre etme projesinin parçasıydı.

Hukuki alanda da Dürzîler için özel statüler tanımlandı. 1957 yılında Dürzî dini konseyi resmî olarak tanındı. Böylece Dürzîler, İsrail’de Müslümanlardan tamamen bağımsız bir dinî topluluk olarak konumlandırıldı. Bu durum, topluluk içinde bazı avantajlar sağlasa da, uzun vadede onları hem Arap hem de İslami dayanışma ağlarından koparmaya yönelik bir düzenleme olarak değerlendirildi.

Golan Tepeleri ve Sadakatin Test Edildiği Alan

1967 yılında işgal rejiminin Suriye’ye ait Golan Tepeleri’ni işgal etmesi, Dürzîler açısından ikinci büyük kırılma dönemini başlattı. Golan bölgesinde yaşayan yaklaşık 20 bin Dürzî, işgal rejimi vatandaşlığını reddederek Suriye kimliğini korumayı tercih etti. Ancak İsrail bu bölgeyi 1981’de ilhak ettiğini ilan edince, Golan’daki Dürzîler, sistematik baskı, ayrımcılık ve vatandaşlık dayatmasıyla karşılaştı. Bugün hâlâ Golan Dürzîlerinin büyük bölümü İsrail kimliği taşımayı reddetmekte, kimlik kartlarında 'vatansız' statüsünde kalmaktadır. Bu direniş, Dürzîler içinde işgalci rejime karşı en açık ve örgütlü muhalefet örneklerinden biri olarak kabul edilmektedir.

Dürzîlerin İsrail’deki Rolü: Sadakat mi, Mecburiyet mi?

Bugün itibariyle işgal rejimi İsrail’in kuzeyinde ve Golan’da yaklaşık 150 bin civarında Dürzî yaşamaktadır. Bu topluluğun önemli bir kısmı, rejimin güvenlik bürokrasisinde, yerel yönetimlerde ve polis teşkilatında görev yapmaktadır. Bazı Dürzî subaylar, İsrail işgal güçlerinde yüksek rütbelere kadar yükselmiştir. Ancak bu durum, Dürzîlerin sisteme gönüllü entegrasyonundan çok, maruz kaldıkları yapısal baskıların ve sınırlı seçeneklerin bir sonucudur. Rejimin Arap halklarını birbirine karşı konumlandırma stratejisinin merkezinde Dürzîler yer almaktadır.

İsrail işgal rejimi, Dürzî toplumunu ön plana çıkararak hem Arap dünyasına karşı 'çoğulculuk' algısı oluşturmayı hem de içerideki Filistinli Arapların birliğini parçalamayı hedeflemektedir. Bu politika, yalnızca demografik mühendislik değil, aynı zamanda psikolojik ve kültürel bir silah olarak da kullanılmaktadır.

BÖLGEYE OLAN ETKİLERİ VE JEOPOLİTİK ROLLERİ

Mikro Azınlık, Makro Etki: Dürzîlerin Stratejik Konumu

Dürzîler, nüfus olarak azınlık teşkil etmelerine rağmen yaşadıkları bölgelerin stratejik özellikleri, siyasi sistemlerle kurdukları ilişkiler ve kapalı yapılarından kaynaklı bütünlük sayesinde bölgesel siyasette ağırlıklı bir rol oynamışlardır. Lübnan, Suriye, Ürdün ve işgal altındaki topraklarda dağınık bir şekilde bulunan Dürzîler, coğrafi konumları itibarıyla çoğu zaman devletler arası çekişmelerin merkezinde kalmış, zamanla bu denklemde 'dengeleyici' ya da 'kilit azınlık' işlevi görmüşlerdir.

Lübnan’da Siyasal Mezhep Olarak Dürzîlik

Lübnan’daki Dürzîler, Arap dünyasında en görünür ve etkili Dürzî topluluğudur. Özellikle Şuf Dağları, Aley ve Bekaa gibi bölgelerde yoğun olarak yaşamaktadırlar. Lübnan’ın 1943 tarihli ulusal mutabakatı (Milli Pakt) ve sonrasında 1989 Taif Anlaşması çerçevesinde oluşturulan mezhepsel güç paylaşımı sisteminde, Dürzîlere siyasi temsil hakkı tanınmıştır. Bu kapsamda Lübnan Parlamentosu’nda 8 sandalye Dürzîlere ayrılmış, ayrıca içişleri, posta, turizm gibi bakanlıklarda Dürzî siyasetçilerin görevlendirilmesi bir gelenek hâline gelmiştir.

Lübnan'daki Dürzî siyasi hareketinin en önemli figürü, Velid Canbolat’tır. Babası Kemal Canbolat, sol eğilimli ve pan-Arap çizgide bir liderdi; ancak suikasta uğramasının ardından Velid Canbolat pragmatik ve zaman zaman İsrail işgal rejimiyle dahi örtülü temaslar kuran bir liderliğe evrilmiştir. Bu yönelim, Lübnan’daki Dürzî toplumunun Filistin meselesi ve direniş eksenine dair konumunun kırılganlığını gözler önüne sermektedir.

Suriye'de Dürzî Hareketlenmesi

Zalim Esad'ın devrilmesinin ardından Ahmed Şara liderliğinde kurulan yeni hükümet, ülkede yeni bir siyasi denklem ortaya çıkardı. Bu geçiş sürecinde Dürzîler, yalnızca tarihî stratejilerini sürdürmekle kalmayıp, Siyonist rejimin kışkırtmalarıyla birlikte 'yerel bir güç' hâline gelme imkânını da değerlendiriyor.

2025’in ilk aylarında kurulan Süveyda Askerî Konseyi, hem yerel güvenliği sağlamak hem de merkezi hükümete karşı müzakere gücü oluşturmak amacıyla organize oldu. Seküler çizgide faaliyet gösteren bu yapı, Dürzîlerin sadece silahlı bir savunma gücü değil, aynı zamanda siyasi bir varlık olarak da sahnede yer alma iradesini yansıtıyor. Yeni hükümetle iş birliğine mesafeli duran Süveyda’daki bu oluşum, Suriye’nin güneyinde fiili bir özerklik alanı kurmuş durumda.

Ürdün’de Sessiz Ama Etkili Bir Azınlık

Ürdün’deki Dürzî topluluğu sayıca küçük olsa da, tarih boyunca önemli roller oynamıştır. Özellikle Ürdün ordusunun kuruluş yıllarında bazı Dürzî liderlerin Transürdün Emirliği’yle iş birliği yaparak güvenlik aygıtlarında yer aldığı bilinmektedir. Günümüzde Ürdün’deki Dürzî nüfus, politik olarak görünür olmaktan uzak, daha çok profesyonel ve bürokratik alanda etkin bir profil çizmektedir. Amman hükümeti, Ürdün’ün hassas mezhepsel dengesi nedeniyle Dürzîleri aşırı öne çıkarmaktan kaçınmakta; buna karşılık Dürzîler de iç istikrara katkı sunacak bir çizgide kalmaktadır.

Filistin Direnişiyle İlişkiler: Sessizlik, İkilem ve Kırılganlık

Dürzî toplumunun genel yapısı itibarıyla kapalı olması, onu doğrudan Filistin direniş hareketleriyle organik bir bağ kurmaktan uzak tutmuştur. Özellikle işgal rejimi içinde sistemle bütünleşen Dürzî bireyler, Filistin davası karşısında çoğu zaman sessiz kalmayı ya da tarafsız görünmeyi tercih etmiştir.

İŞGALCİ REJİMİN DÜRZÎLER ÜZERİNDEN YÜRÜTTÜĞÜ SİYASET VE BÖLGESEL HESAPLAR

Dürzîleri Araçsallaştıran Eski Bir Strateji

İşgalci İsrail rejimi, kuruluşundan itibaren içerideki Arap toplumunu etnik ve mezhepsel çizgilerle bölerek kontrol altında tutmayı hedefleyen bir siyaset izledi. Bu kapsamda en çok üzerine yatırım yaptığı topluluklardan biri Dürzîler oldu. 1956’da Dürzî erkeklere zorunlu askerlik getirilmesi, bu toplumun diğer Filistinli Araplardan ayrıştırılmasında ilk somut adım olarak tarihe geçti. Rejim, Dürzîleri 'sadık azınlık' olarak konumlandırarak, Arap kamuoyunda hem bölünmeyi derinleştirmek hem de içeride meşruiyet inşasına katkı sağlamak istedi.

Dürzî toplumunun bir kısmının ordu ve istihbarat içinde yükseltilmesi, bu algının içeride kökleştirilmesine hizmet etti. Ancak bu durum, Dürzîler için yapısal eşitlik getirmedi; aksine, onları sistemin işlevsel ama güvencesiz bir uzantısı hâline getirdi. İşgalci rejim, Dürzîlerin kolektif hak taleplerine hiçbir zaman samimi yaklaşmadı; onları yalnızca diğer Arap gruplara karşı kullanılabilecek bir 'denge unsuru' olarak gördü.

Eğitim, Hukuk ve Dini Alanda Ayrıştırma

Dürzîlere yönelik sistematik ayrıştırma yalnızca güvenlik kurumlarıyla sınırlı kalmadı. Eğitim sisteminde, Dürzî çocuklara yönelik ayrı müfredatlar geliştirildi. Bu müfredatlar, Arap tarihi ve Filistin kimliğini baskılamak üzerine kurgulandı; yerine Siyonist rejim anlatısı ve 'sadakat' vurgusu konuldu. Dürzî öğrenciler diğer Araplarla birlikte değil, yalnızca kendi okullarında eğitim gördü.

1957’de kurulan Dürzî Dini Konseyi, rejim tarafından resmî olarak tanındı. Bu tanıma, Müslüman topluluklardan hukuki olarak ayrışmayı beraberinde getirdi. Rejim, böylece Dürzî inancını bir 'dinî azınlık' kategorisine yerleştirerek topluluğun kolektif Arap kimliğinden uzaklaşmasını hızlandırdı.

Golan Tepeleri: İkinci Aşamalı Bir Model

1967’de işgal edilen Golan Tepeleri’ndeki Suriye vatandaşı Dürzîler, rejimin vatandaşlık teklifini reddederek kimliklerine sahip çıktı. Bu direniş, işgalci rejimin Dürzîlerle kurmak istediği güven ilişkisini sarsan önemli bir gelişme oldu. Golan Dürzîlerinin sistemli dışlanması ve baskılanması, İsrail’in 'sadık Dürzî modeli'nin mutlak bir başarı olmadığını gösterdi.

Ancak rejim bu durumu bir tehdit olarak görmekten çok, bölgeyi daha derinlikli bir etki alanına dönüştürme fırsatı olarak değerlendirdi. Bugün Golan Dürzîleri, iki dünya arasında sıkışmış, ne rejimin entegre ettiği İsrail vatandaşları ne de tam anlamıyla Suriye yurttaşı olarak tanımlanabiliyor.

Suriye’deki Dürzîler: Yeniden Bir Müdahale Planı

2025 yılı itibariyle Süveyda merkezli Dürzî hareketinin ortaya çıkması, işgalci İsrail rejimi için yeni bir jeopolitik fırsat sundu. Tel Aviv yönetimi, sınır hattında yaşanan kabile saldırılarını ve güvenlik zafiyetlerini gerekçe göstererek bölgeye hava müdahalelerinde bulunmaya başladı. Bu müdahaleler, 'Dürzî sivil halkı koruma' iddiasıyla sunulsa da, gerçekte güney Suriye’de bir nüfuz alanı oluşturma amacına hizmet ediyor.

İsrail, aynı zamanda Suriye’nin yeniden şekillenen siyasi yapısına müdahale için Dürzîleri 'meşru bahane' olarak kullanıyor. Süveyda’daki yeni yönetimlerin zayıf olması, işgalci rejime müdahale alanı açarken; içerideki Dürzî toplumunun bir kısmı bu koruma söylemine sıcak bakıyor. Bu durum, topluluk içinde ciddi bir fikir ayrılığına ve uzun vadeli bir parçalanma riskine yol açıyor.

Bölgesel Dengeleri Hedef Alan Stratejik Hesaplar

İşgalci rejimin Dürzîler üzerindeki siyaseti sadece iç denetimle sınırlı değil. Aynı zamanda Lübnan’daki Dürzî siyasi yapıları (özellikle Velid Canbolat çevresi) üzerinden Hizbullah’a karşı bir denge kurma hedefi taşıyor. Golan’da ise Suriye-İran-Hizbullah eksenini zayıflatacak bir tampon güç arayışı, Dürzîler üzerinden yürütülen siyasetin bir başka ayağını oluşturuyor.

Uzun vadede hedef, Dürzîler üzerinden 'kontrollü Arap azınlık modeli'ni pekiştirmek; hem içerideki Arap muhalefetini bastırmak hem de dışarıya karşı 'azınlık dostu' bir rejim imajı sunmak. Bu strateji, Dürzî toplumunu araçsallaştırırken; topluluğun gerçek siyasi ve toplumsal taleplerini sistematik olarak bastırmayı da içeriyor.

Dürzîler, tarih boyunca hayatta kalmak için denge siyaseti yürüttüler. Ancak işgalci İsrail rejiminin onları sadece bir jeopolitik araç olarak görmesi, bu topluluğu şimdi ciddi bir varoluşsal sorgulamayla baş başa bırakıyor. Gerek içerideki entegrasyon stratejileri, gerekse dışarıdaki müdahaleler yoluyla Dürzîler, bölgesel siyasetin bir piyonuna dönüştürülme riskiyle karşı karşıya.

Bu tablo, sadece Dürzîler için değil, tüm bölge için tehlikeli bir kırılma yaratma potansiyeli taşıyor. Çünkü hiçbir halk, sadece 'kullanışlı bir azınlık' olmaya indirgenerek varlığını sürdüremez.