News-1

Dosya

İşgal Rejimi İsrail'den Harem-î İbrahim Camii’ne Yeni Darbe: El Halil’in Kalbi Siyonistlere Teslim Ediliyor

İşgal rejimi İsrail, El Halil’deki Harem-î İbrahim Camii üzerindeki Filistinli yerel yönetim yetkilerini gasp ederek, mukaddes mekânı Siyonist yerleşimcilerin dini konseyine devretti. 1994’ten bu yana ilk kez caminin statüsünde bu denli açık bir ihlal gerçekleşirken, bu adım İslam mirasını sistematik şekilde Siyonist kimlikle tahrif eden işgal politikasının yeni bir aşaması olarak değerlendiriliyor.

Eklenme: 18.07.2025 11:42:18 | Güncelleme: 18.07.2025 15:27:04
Bu Haberi
Paylaş

İşgal rejimi İsrail, Harem-î İbrahim Camii’ne yönelik yeni bir hukuk dışı hamleyle, El Halil Belediyesi'nin yetkilerini tek taraflı olarak kaldırdı ve bu yetkileri Batı Şeria’daki radikal işgal yerleşim birimi Kiryat Arba'nın dini konseyine devretti. İşgal altındaki Filistin topraklarında yer alan Harem-î İbrahim Camii, Müslümanlar için mukaddes bir mekân olmasına rağmen, 1994'teki Baruch Goldstein katliamından bu yana kademeli olarak Yahudi nüfuzuna açılmıştı. Şimdi ise işgal rejimi, bu mukaddes alanı tamamen kontrol altına alma yönünde en agresif adımlarından birini atarak uluslararası hukuku hiçe sayıyor.

STATÜKOYU PARÇALAYAN KARAR: NE OLDU, NE DEĞİŞİYOR?

İşgal rejimi İsrail, 2025 yılının Temmuz ayında İslam dünyasının en kadim mabetlerinden biri olan Harem-î İbrahim Camii üzerinde hukuksuz bir tasarrufa daha imza attı. Sözde 'sivil idare' üzerinden yürütülen bu plan kapsamında, El Halil Belediyesi’nin cami üzerindeki yetkileri tek taraflı olarak iptal edildi. Yetkiler, işgal altındaki Batı Şeria’da yer alan radikal Yahudi yerleşim birimi Kiryat Arba’nın dini konseyine devredildi.

Bu adımın doğrudan hedefi, caminin yapısında 'değişiklikler' yapılmasına zemin hazırlamak. 'Yapısal düzenleme' adı altında hazırlanan bu yeni plan, caminin fiziksel alanlarını değiştirerek Müslüman ibadetini daha da sınırlamayı ve fiili kontrolü Yahudi dinî mercilere devretmeyi amaçlıyor. Böylece yıllardır adım adım Yahudileştirilen bu mukaddes mekân, artık resmî olarak işgal rejiminin yerleşimci organlarına teslim edilmiş oluyor.

1994’TEKİ STATÜKONUN ÇÖKÜŞÜ

1994 yılında, radikal yerleşimci Baruch Goldstein’ın sabah namazı sırasında Harem-î İbrahim Camii’nde gerçekleştirdiği ve 29 Filistinliyi şehit ettiği katliam sonrası, işgal rejimi caminin statüsünde tek taraflı bir değişiklik yapmıştı. O dönem kurulan 'Shamgar Komitesi' tavsiyeleri doğrultusunda, caminin %63’ü Yahudi ibadetine, %37’si ise Müslümanlara ayrıldı. Cami içinde duvarlar, ayrı giriş çıkışlar, kontrol noktaları ve turnikeler kurularak ibadet bir işkenceye dönüştürüldü.

Ancak 2025’te alınan bu son kararla birlikte, 1994’ten beri kâğıt üstünde dahi korunan o denge tamamen bozuldu. El Halil Belediyesi’nin bu mukaddes mekân üzerindeki tüm temsil ve idare yetkileri kaldırılarak, Siyonist yerleşimcilerin dini yapıları meşru bir yönetici merci gibi konumlandırıldı. Bu durum yalnızca Müslümanlara ait bir mirasa el koymakla kalmıyor; aynı zamanda uluslararası camiaya da açık bir meydan okuma niteliği taşıyor.

SİSTEMATİK YAHUDİLEŞTİRME POLİTİKASININ YENİ HALKASI

İşgal rejiminin Harem-î İbrahim Camii üzerindeki son hamlesi, bir anda alınmış rastgele bir karar değil; onlarca yıldır adım adım uygulanan sistematik bir Yahudileştirme stratejisinin parçasıdır. Söz konusu plan; mukaddes mekânları, tarihi kimliği ve dini dokuyu tahrip ederek Filistin topraklarında 'tek kimlikli' bir Yahudi hâkimiyet alanı kurmayı hedeflemektedir.

KONTROL NOKTALARI, KAMERALAR, DUVARLAR

1994’teki Baruch Goldstein katliamının ardından, işgal rejimi Harem-î İbrahim Camii’nde 'güvenlik' gerekçesiyle kalıcı altyapı düzenlemeleri yaptı. Bunlar zamanla Müslümanlara yönelik fiziki ve psikolojik baskı araçlarına dönüştü. Camideki Müslüman girişine özel aşağılayıcı aramalar, metal dedektörler, yüz tarama sistemleri ve kameralar yerleştirildi.

İbadet alanı fiziki olarak bölündü. Müslümanların giriş yaptığı bölüm daraltıldı, cuma ve bayram günlerinde bile caminin bazı bölümleri kapatıldı. Ramazan aylarında ise ezan yasağı ve toplu ibadet sınırlamaları defalarca uygulandı. Son olarak, caminin dış avlusunda yer alan Filistinli işletmelerin bir kısmı zorla kapatıldı ve işgalci yerleşimciler tarafından 'tarihi miras alanı' adı altında ilhak edildi.

KADAMELİ DIŞLAMA: MÜSLÜMANLARA SESSİZ BİR SÜRGÜN

Yeni alınan yetki devri kararı, bu sürecin bir üst evresine geçildiğini gösteriyor. Artık caminin teknik, lojistik ve idari sorumlulukları dahi Müslümanların elinden alınarak, onların varlığı 'misafirlik' statüsüne indirgenmek isteniyor.

Bu durum; Mescid-i Aksa’da olduğu gibi, önce 'güvenlik' bahanesiyle kısıtlama, ardından 'ortak alan' dayatması, en sonunda da 'tek taraflı mülkiyet' iddiası şeklinde ilerleyen tehlikeli sürecin birebir aynısıdır. Siyonist rejimin bu modeli önce Kudüs’te, şimdi ise El Halil’de adım adım hayata geçirdiği çok açıktır.

MESAJ AÇIK: İSLAM MİRASINA AÇIK SALDIRI

İşgal rejiminin Harem-î İbrahim Camii üzerindeki yetki gaspı, yalnızca bir idari değişiklik değil; İslam dünyasının tarihine, kimliğine ve mukaddesatına doğrudan yapılmış açık bir saldırıdır. El Halil’deki bu mukaddes mekân, yalnızca Filistinlilerin değil, milyarlarca Müslümanın ortak inanç mirasının bir parçasıdır. Ancak işgal rejimi, bu mukaddes alanı Siyonist işgal planlarının bir aracı hâline getirerek tüm İslam coğrafyasına meydan okumaktadır.

H.Z İBRAHİM’İN ŞEHRİ: ÜÇ DİNİN DEĞİL, BİR ÜMMETİN MİRASI

İslam inancına göre Harem-î İbrahim Camii, Hz. İbrahim (a.s), eşi Sare, Hz. İshak (a.s), Hz. Yakup (a.s) ve Hz. Yusuf (a.s) gibi büyük peygamberlerin kabirlerinin bulunduğu yerdir. Kur’an-ı Kerim’de adı geçen bu peygamberlerin hepsi Müslümanların inancında derin bir yer tutar.

İslam tarihinde Hz. Ömer (r.a), Kudüs’ü fethettikten sonra El Halil’e gitmiş, bu mukaddes mekânı koruma altına almış ve ilk mescidi burada inşa ettirmiştir. Asırlardır Müslümanların himayesinde olan Harem-î İbrahim Camii, işgal rejiminin hedefi hâline gelmeden önce bölgedeki en önemli İslamî merkezlerden biriydi.

Ancak Siyonist rejim, bu tarihsel gerçekliği yok sayarak camiyi 'Mağaralar Sinagogu' (Cave of the Patriarchs) olarak tanımlıyor, Müslüman varlığını 'geçici' veya 'ikincil' bir unsur gibi sunmaya çalışıyor.

MİRASA DÜŞMANLIK: BİR KÜLTÜR VE KİMLİK YOK EDİLİYOR

İşgal rejiminin bu müdahalesi yalnızca dinî değil, aynı zamanda kültürel ve sosyolojik bir yok etme politikasının parçası. Filistin halkının nesiller boyu koruduğu ibadet, gelenek ve toplumsal hafıza alanları işgalin hedefinde. Bu durum yalnızca Harem-î İbrahim Camii ile sınırlı değil; Nablus’taki Hz. Yusuf (a.s)’ın Kabri, Kudüs’teki tarihi medreseler ve pek çok İslamî miras noktası aynı tehdit altındadır.

İşgal rejimi, camileri askeri kontrol noktalarına çevirmekte, minareleri gözetleme kulesine dönüştürmekte ve ezanı susturmakta hiçbir beis görmemektedir. Tüm bu adımlar, Siyonist rejimin bir din savaşını körüklediğini ve bölgedeki gerilimi bilinçli şekilde tırmandırdığını göstermektedir.

ULUSLARARASI HUKUK VE İŞGALİN AÇIK İHLALİ

İşgal rejiminin Harem-î İbrahim Camii üzerindeki yetki gaspı, uluslararası hukuk bağlamında da ağır bir suç teşkil ediyor. Bu eylem, başta 4. Cenevre Sözleşmesi olmak üzere birçok uluslararası metnin açıkça ihlali anlamına geliyor.

CENEVRE SÖZLEŞMESİ VE KÜLTÜREL VARLIKLARIN KORUNMASI

  1. Cenevre Sözleşmesi’nin 27. ve 56. maddeleri, işgal altındaki bölgelerde dinî ve kültürel yapıların statüsünün değiştirilmesini yasaklıyor. İşgalci gücün bu yapıları tahrip etmesi, yönetimini tek taraflı değiştirmesi ya da dini gruplar arasında ayrımcılık yapması kesin bir dille yasaktır.

Ayrıca 1954 Lahey Sözleşmesi ve 1972 UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesi de, Harem-î İbrahim Camii gibi evrensel öneme sahip kültürel mirasların dokunulmazlığını güvence altına alır. Bu statüye rağmen işgal rejimi, söz konusu yapıyı siyasal ve ideolojik müdahalelerin aracı hâline getirmiştir.

1997 EL-HALİL (HEBRON) PROTOKOLÜ: KENDİ İMZALARIYLA BAĞLI OLDUKLARI METNE İHANET

1997 yılında imzalanan Hebron Protokolü, işgal rejimi İsrail ile Filistin Yönetimi arasında El Halil’deki kontrol paylaşımını düzenlemişti. Protokole göre, Harem-î İbrahim Camii’nin ve çevresindeki alanların yönetimi büyük oranda Filistin yerel yönetimlerinin sorumluluğunda kalmalıydı. Bugün ise bu imza bizzat işgal rejimi tarafından çiğnenmiş durumda.

İsrail işgal güçleri, bu protokolü sürekli olarak ihlal etmiş; camiye girişleri engellemiş, bayrak asmış, minarelerden ezanı yasaklamış, hatta bazı bayramlarda camiyi tamamen kapatarak Müslümanları içeri almamıştır.

UNESCO’NUN UYARILARI YOK SAYILIYOR

Harem-î İbrahim Camii, UNESCO tarafından 2017 yılında 'Tehlike Altındaki Dünya Mirası' ilan edilmiştir. Bu karar, caminin İsrail işgali altında büyük tehdit altında olduğunu uluslararası toplumun resmen kabul ettiği anlamına gelir. Ancak işgal rejimi bu kararı da hiçe sayarak tünel kazılarına, yapısal müdahalelere ve idari yetki gasplarına devam etmektedir.

Uluslararası hukuk açısından bu tür uygulamalar, yalnızca gayrimeşru değil; aynı zamanda savaş suçu kapsamına dahi girebilir. Ne var ki Batı dünyası bu hukuksuzluğu görmezden gelmekte, çifte standartla işgali meşrulaştırmaktadır.

ULUSLARARASI TEPKİLER VE İSLAM DÜNYASININ SESSİZLİĞİ

İşgal rejiminin Harem-î İbrahim Camii üzerindeki son gasp hamlesi, Filistin halkı tarafından 'dini savaş ilanı' olarak nitelendirilirken; küresel tepki, birkaç cılız açıklama dışında ne yazık ki yine sınırlı kaldı. Uluslararası sistemin çifte standardı bir kez daha ifşa olurken, İslam dünyasının kolektif sessizliği bu işgal planlarının önünü açan en büyük etken hâline geldi.

FİLİSTİN’DEN SERT TEPKİ: "DİNİ SOYKIRIMA DOĞRU SÜRÜKLENİYORUZ"

Filistin Yönetimi, El Halil Belediyesi ve Vakıflar Bakanlığı, kararı 'yasa dışı', 'faşizan' ve 'İslam mukaddesatına açık hakaret' olarak değerlendirdi. Filistin Dışişleri Bakanlığı ise uluslararası toplumu harekete geçmeye çağırarak, 'İşgal rejimi, dini mirasımıza karşı sistemli bir yok etme politikası izlemektedir' açıklamasını yaptı.

Hamas ve İslami Cihad gibi direniş grupları ise bu tür adımların sahada karşılıksız kalmayacağına dair uyarılarda bulundu.

TÜRKİYE VE MALEZYA’DAN TEPKİ, ARAP REJİMLERİNDEN SESSİZLİK

Türkiye Dışişleri Bakanlığı, kararı 'kabul edilemez' bulduğunu ve işgal rejiminin dini mekânlara müdahalesinin uluslararası hukuka aykırı olduğunu belirtti. Malezya, Endonezya ve Pakistan gibi ülkeler de benzer sert açıklamalar yayımladı.

Ancak Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn gibi normalleşme anlaşmaları imzalayan Körfez ülkeleri sessizliğini korudu. Bu sessizlik, Siyonist rejime verilen dolaylı bir onay olarak değerlendirildi.

BM VE UNESCO’NUN TEPKİLERİ YETERSİZ

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri basın sözcüsü aracılığıyla 'endişe verici bir gelişme' açıklamasında bulundu. Ancak bu açıklamanın ötesine geçilmedi. UNESCO ise daha önce 'Tehlike Altındaki Dünya Mirası' listesine aldığı Harem-î İbrahim Camii için henüz yeni bir çağrıda bulunmuş değil.

Bu sessizlik, işgal rejiminin 'uluslararası toplumu yok sayma' politikasını perçinliyor. Çünkü geçmiş örneklerde olduğu gibi; güçlü yaptırımlar, acil toplantılar ya da somut adımlar yerine, yalnızca temennilerle yetiniliyor.

HALKLAR TEPKİLİ, LİDERLER SESSİZ

Dünya genelinde halklar sosyal medya kampanyaları ve kitlesel gösterilerle tepkilerini dile getiriyor. Özellikle Avrupa’daki Müslüman topluluklar, protesto gösterileri düzenliyor. Ancak İslam dünyasının siyasi liderlik düzeyinde bu saldırıya karşı tek sesli, güçlü bir refleks göstermemesi, Siyonist işgalin en büyük cesaret kaynağı olmaya devam ediyor.

KUDÜS STRATEJİSİNİN PARÇASI: SÜLEYMAN TAPINAĞI HAYALİ VE TÜNELLER

İşgal rejiminin Harem-î İbrahim Camii üzerindeki son müdahalesi, yalnızca El Halil’le sınırlı bir planın değil; Kudüs merkezli geniş bir Siyonist projenin uzantısıdır. Mescid-i Aksa, Kubbetü’s-Sahra ve şimdi de Harem-î İbrahim Camii, bu büyük planın hedefindeki İslamî mukaddesatlar olarak sırayla kuşatılmaktadır. Nihai hedef ise, Üçüncü Süleyman Tapınağı’nı inşa etmek için zemin hazırlamak ve Filistin topraklarının tarihsel-dini kimliğini tamamen silmektir.

MESCİD-İ AKSA’NIN ALTINDAKİ TÜNEL AĞI

Siyonist rejim, on yıllardır Mescid-i Aksa’nın altında 'arkeolojik kazı' adı altında derin tüneller açmakta. Bu tüneller, yapının temellerine zarar vermekte ve Aksa'nın çökme riskini artırmaktadır. 'Davud Şehri' veya 'Tapınak Tepesi Arkeolojik Parkı' gibi sahte isimlerle meşrulaştırılan bu kazılar, aslında üçüncü mabedin temellerini atma projesinin parçasıdır.

Aynı yöntem şimdi El Halil’de de devreye alınmak isteniyor. 'Yapısal değişiklik' gerekçesiyle Harem-î İbrahim Camii’nin zeminine müdahale planları dillendiriliyor. Bu, Aksa’da uygulanan yıkım stratejisinin yeni bir kopyasıdır.

TAPINAK ENSTİTÜSÜ VE SİYONİST HAYALLER

Kudüs’te faaliyet yürüten Tapınak Enstitüsü (The Temple Institute) gibi radikal Siyonist kuruluşlar, üçüncü tapınağın inşası için tüm mimari projeleri ve dini objeleri hazır hâle getirmiş durumda. Bu örgütler:

  • Gerçek boyutlarda tapınak modelleri üretmekte,
  • 'Kohanim' (Yahudi din adamları) eğitmekte,
  • Yahudi halkı tapınağa hazırlanmak için teşvik etmektedir.

Bu hareket, yalnızca dini değil; aynı zamanda politik bir proje olarak büyümektedir. Netanyahu hükümetine yakın isimler tarafından doğrudan desteklenmekte, Batılı Evanjelist lobilerle de küresel anlamda fonlanmaktadır.

KUDÜS’TEN EL HALİL’E: MUKADDESATI YOK ETME ZİNCİRİ

Süleyman Tapınağı hedefi yalnızca Mescid-i Aksa’nın yerine bir yapı dikme planı değil, İslam’ın mukaddes mekânlarını birbirinden koparma, tarihsizleştirme ve Yahudileştirme projesidir. Bu zincirin halkaları şu şekilde ilerliyor:

  1. Kudüs: Aksa ve çevresi tünellerle parçalanıyor.
  2. El Halil: Harem-î İbrahim Camii Yahudi idaresine devrediliyor.
  3. Nablus ve Beytüllahim: Hz. Yusuf (a.s) Kabri ve Hz. Meryem’in doğum yeri hedefte.
  4. Mekân değil rejim önemli: Amaç, dinî kontrolün tüm Filistin topraklarında Siyonist merkezlere geçmesi.

GELECEK SENARYOLARI: BÖLGEDE NE BEKLENİYOR?

İşgal rejimi İsrail’in Harem-î İbrahim Camii üzerindeki son hamlesi, sadece mevcut statükoyu sarsmakla kalmadı; aynı zamanda gelecekte yaşanabilecek çok daha tehlikeli gelişmelerin habercisi hâline geldi. Filistin halkının mukaddes mekânlarının birer birer gasp edilmesi, bölgede yeni bir ayaklanma sürecini tetikleyebilir. Uluslararası toplumun sessizliği ise bu işgal ve dönüştürme girişimlerini daha da cesaretlendiriyor.

HALKIN TEPKİSİ: YENİ BİR 'İNTİFADA' TETİKLENEBİLİR Mİ?

Harem-î İbrahim Camii, El Halil halkı için sadece bir ibadet yeri değil; aynı zamanda toplumsal hafızanın, direnişin ve kimliğin sembolüdür. Camiye yönelik her müdahale, halk arasında öfkeye ve direniş çağrılarına neden oluyor.

Bu hamleyle birlikte El Halil sokaklarında yeni protestolar, sivil direniş dalgaları ve işgal güçleriyle gerilimlerin artması bekleniyor. 1994’teki katliamın ardından yaşanan şiddetli tepkiler gibi, bu kararın da halk nezdinde karşılıksız kalması beklenmiyor.

ULUSLARARASI HUKUKİ MÜCADELE SÜRECİ

Filistin yönetiminin bu kararı Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), UNESCO ve Birleşmiş Milletler gündemine taşıması bekleniyor. Ancak geçmiş deneyimler, bu tür girişimlerin çoğu zaman Batı'nın vetosu ya da siyasi ilgisizliği nedeniyle sonuçsuz kaldığını gösteriyor.

Öte yandan, uluslararası STK’lar ve insan hakları kuruluşları bu durumu belgeleyerek kamuoyu oluşturabilir ve işgalin kültürel soykırım boyutunu daha görünür kılabilir.

İSLAM DÜNYASI NE YAPACAK?

En kritik soru ise İslam ülkelerinin bu açık saldırı karşısında ne tür adımlar atacağı. Bu konuda üç senaryo öne çıkıyor:

  1. Sembolik açıklamalarla yetinme: Geçmişte olduğu gibi sonuç doğurmayan kınamalar.
  2. Diplomatik baskı ve medya kampanyaları: Küresel gündem yaratma, uluslararası platformları kullanma.
  3. Somut yaptırımlar ve caydırıcı adımlar: İsrail işgal rejimiyle ekonomik, siyasi ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesi.

Ne yazık ki şu ana kadarki tepkiler, birinci senaryonun ağır bastığını gösteriyor. Bu da Siyonist rejimin yeni adımlar atmasını daha da kolaylaştırıyor.