News-1

Gündem

Orta Doğu İsrail’e Göre Yeniden Dizayn mı Ediliyor?

Gazze’de durmak bilmeyen saldırılar ve açlığın silaha dönüşmesi, Batı Şeria’nın kalbinin parçalanması, Lübnan’dan Yemen’e uzanan suikast zincirleri ve İran’a yönelen saldırılar… İşgalci İsrail güvenlik mi arıyor, yoksa Siyonizm’in nihai hedefi olan Arz-ı Mev’ud haritasına göre Orta Doğu yeniden dizayn mı ediliyor?

Eklenme: 10.09.2025 15:01:47 | Güncelleme: 10.09.2025 17:48:38
Bu Haberi
Paylaş

İşgalci İsrail’in son aylarda attığı adımlar, bölgede yalnızca “güvenlik” kaygısıyla açıklanamayacak kadar geniş ve derin bir tabloyu gözler önüne seriyor. Batı Şeria’da E-1 yerleşim planının hızlandırılması, Gazze’de sivillerin açlığa terk edilmesi ve işgal planı, Lübnan ve Suriye’de suikast ve hava saldırıları, Yemen’de hükümet yetkililerinin hedef alınması ve İran’ın stratejik noktalarına yönelik operasyonlar… Tüm bu başlıklar yan yana getirildiğinde, bölgede sınırların ve dengelerin Siyonizm’in hedeflerine göre yeniden dizayn edildiği görülüyor.

BATI ŞERİA: E-1 YERLEŞİM BİRİMİ İLE KOPARILAN DAMAR

İşgalci İsrail’in Kudüs ile Ma’ale Adumim arasında kalan E-1 yerleşim projesi, Batı Şeria’nın kuzey ve güneyini birbirinden koparmayı hedefliyor. Bu adım, Kudüs’ün doğusunu izole ederek iki devletli çözümü fiilen imkânsız hale getiriyor. Onlarca köy, binlerce Filistinli için zorla göç anlamına gelen bu hamle, aslında Filistin devletini toprağa gömme planının bir parçası.

Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas, sık sık uluslararası platformlarda işgali kınasa da, İsrail’le güvenlik koordinasyonunu sürdürerek işgale çanak tutmaya devam ediyor. Halk sokaklarda direnirken, Abbas yönetimi Batı Şeria’da polis gücünü İsrail’in çıkarlarına uygun biçimde kullanıyor. Bu da Filistinliler arasında Abbas’a karşı büyük bir öfke ve “iki yüzlülük” suçlamasına yol açıyor.

Tarihsel arka planda ise Kudüs’ün 1967’deki işgalinden bu yana süregelen bir gerçek var: İşgalci İsrail, kenti “ebedi başkent” ilan ederek uluslararası hukuku çiğnedi. Bugün Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırılar ve baskınlar bu işgalin sürekliliğini kanıtlar nitelikte. Her Ramazan ayında artan provokasyonlar, yalnızca Kudüs’ün statüsünü değil, tüm Müslüman dünyasının kalbini hedef almaya devam ediyor.

GAZZE: SOYKIRIM 700 GÜNDÜR SÜRÜYOR!

Gazze’de kuşatma ve saldırılar 700 günü geride bıraktı. Bu süre zarfında Gazze Şeridi tam anlamıyla bir açık hava hapishanesine dönüştürüldü. Resmî verilere göre şehit sayısı 64 bini aşmış durumda. Yüz binlerce yaralı, milyonlarca evsiz sivil, yıkılmış şehirler ve yok olmuş altyapı…

Gazze’de açlık, artık sadece bir insani kriz değil, işgalci İsrail’in bilinçli bir savaş yöntemi haline gelmiş durumda. BM raporları Gazze’de kıtlığın resmen başladığını kayda geçiriyor. Hastanelerde çocuklar yetersiz beslenmeden hayatını kaybediyor, suya erişim imkânsız hale geliyor. Üstelik tüm bunlar, işgalci İsrail ordusunun Gazze’yi topyekûn işgal etmeye dönük askeri operasyonlarıyla aynı anda yürütülüyor.

ABD’NİN KOŞULSUZ SİYONİZM DESTEĞİ

ABD yönetimi, eylül ayında New York'ta yapılacak 80. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kuruluna katılmak üzere ABD'ye gelecek Filistinli yetkililerin vizelerini iptal etti.

Alınan karar yalnızca diplomatik bir engel değil; aslında uzun yıllardır süren bir stratejinin güncel yansıması. Trump döneminde Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan Washington, bu çizgiyi Biden döneminde de terk etmedi. Trump’ın tekrar seçilmesiyle başlayan süreçte ise bunun değişmediği ve İsrail’e koşulsuz desteğin sürdürüldüğü görüldü.

ABD, tarih boyunca işgalci İsrail’in yanında durarak Siyonizm’in en büyük destekçisi oldu. Askerî yardımlar, veto edilen BM kararları, Arap ülkeleriyle yapılan normalleşme anlaşmalarının perde arkasında Washington’un baskısı var. Bugün de vize engeliyle başlayan baskı, aslında gittikçe yükselmeye devam eden Filistin’in sesini, batı ülkelerinde tamamen kısmaya yönelik bir siyasetin parçası.

LÜBNAN: SUİKAST ZİNCİRLERİ VE BARIŞ GÜCÜ SONRASI DENKLEM

Lübnan, işgalci İsrail’in “gölge savaşı”nın en sert hissedildiği cephelerden biri. Son aylarda Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, Beyrut’ta düzenlenen bir suikastla hayatını kaybetti. Bu olay, bölgedeki dengeleri derinden sarsarken, İsrail’in yıllardır yürüttüğü hedefli suikast politikasının devamı niteliğinde oldu. Daha önce de Hizbullah liderlerinden Abbas Musavi 1992’de, İmad Muğniye ise 2008’de İsrail saldırılarında hayatını kaybetmişti.

Düzenli saldırı ve suikastların gölgesinde Birleşmiş Milletler, tüm bölgeyi ilgilendiren kritik bir karar aldı. UNIFIL Barış Gücü’nün kademeli olarak Lübnan’dan çekilmesine karar verdi. Güney Lübnan’daki bu gelişme, sınır hattında askeri ve siyasi dengelerin değişeceğine işaret ediyor. Lübnan halkı ise yıllardır devam eden ekonomik krizle birlikte İsrail’in saldırıları ve suikastlarının yarattığı baskı altında yaşam mücadelesi veriyor.

SURİYE: GOLAN’DAN ŞAM’A UZANAN İŞGAL HATTI

1967 Altı Gün Savaşı’ndan bu yana işgal altında tutulan Golan Tepeleri, İsrail için hem stratejik hem de ideolojik bir hedef olmaya devam ediyor. Bu bölge, hem su kaynakları hem de askeri üstünlük sağlaması nedeniyle işgalci İsrail’in vazgeçmediği bir koz olarak görülüyor. 1981’de Golan’ı tek taraflı olarak “ilhak” eden İsrail, Birleşmiş Milletler kararlarına rağmen bölgedeki varlığını sürekli genişletiyor.

Son dönemde Golan’daki Yahudi yerleşimlerini büyütme planları hız kazandı. İsrail hükümeti, yeni konut projeleriyle Golan’daki demografiyi değiştirmeyi hedeflerken, Suriye’nin güneyinde ise “Dürzileri himaye” bahanesiyle yapılan saldırı ve operasyonları sürdürüyor.

Sadece Golan değil, Suriye’nin iç bölgeleri de İsrail saldırılarının hedefinde. Şam’da Başkanlık Sarayı ve Genelkurmay Karargâhı çevresine kadar uzanan hava saldırıları, sivillerin de hayatını kaybetmesine yol açtı. İsrail savaş uçaklarının Kuneytra ve Palmira çevresindeki üsleri vurması, işgalin artık sadece sınır hattıyla sınırlı olmadığını gösteriyor.

İsrail basınında yer alan haberlere göre, bu operasyonların bazıları Türkiye’ye karşı yürütülen faaliyetler olarak lanse ediliyor. Palmira Üssü ve Suriye’nin güney kırsalındaki saldırıların bu gerekçeyle yapıldığı iddiası, İsrail’in bölgesel çatışmaları manipüle ederek kendi saldırılarını örtme girişimlerini gözler önüne seriyor.

Suriye, iç savaşın getirdiği yıkım ve parçalanmışlığın ardından yeni geçiş hükümetiyle toparlanmaya çalışırken, işgalci İsrail bu zayıflığı fırsata çevirerek kalıcı hâkimiyet arayışını sürdürüyor. Golan’daki yasa dışı yerleşimlerin artırılması, Şam’a uzanan saldırılar ve “terörle mücadele” söylemi altında gerçekleştirilen operasyonlar, Suriye’deki işgalin daha da derinleştiğini ortaya koyuyor.

YEMEN: KIZILDENİZ HATTINDA GERİLİM SÜRÜYOR

Yemen, uzun süredir işgalci İsrail’in yeni hedefi haline gelmiş durumda. San’a’da hükümet binalarına yapılan saldırılar, Husi liderlere düzenlenen suikastlar ve sürekli hava operasyonları ise bunun göstergesi.

Ancak bu çatışma sadece Yemen topraklarıyla sınırlı değil. Kızıldeniz hattı, küresel ticaret için kritik bir damar. Husilerin İsrail gemilerine saldırıları ve karşılığında İsrail’in Yemen şehirlerini vurması, bölgeyi adeta bir “karşılıklı saldırı sarmalı”na sürüklüyor.

İRAN: “12 GÜN SAVAŞI” VE SUİKASTLAR

İran ile İsrail arasındaki gerilim, Haziran ayında patlak veren “12 Gün Savaşı” ile zirveye ulaştı. İsrail ve ABD’nin koordineli saldırıları, İran’ın Natanz, Fordow ve İsfahan’daki nükleer tesislerini hedef aldı. Bu saldırılarda onlarca asker ve sivil hayatını kaybetti, ülkenin nükleer programı ciddi darbe aldı.

Bu savaşın öncesinde İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Azerbaycan ziyareti dönüşü şüpheli bir helikopter kazasında hayatını kaybetmişti. Ardından ise Hamas lideri İsmail Haniyye Tahran’da suikastla şehit edilmişti. Bununla birlikte, İran içindeki güvenlik zaaflarını da derinleştiren gelişmeler yaşandı. Yerel kaynaklara göre, ülke içinde mukim MOSSAD ajanlarının stratejik noktalara İHA saldırıları düzenlediği ortaya çıktı. Bu saldırılar, yalnızca askeri tesisleri değil, aynı zamanda kritik altyapı ve güvenlik noktalarını da hedef aldı.

Bu olayların her biri, İran’ı içeriden zayıflatma ve bölgesel hiçbir direnişle karşılaşmama hamlelerinin parçası olarak görüldü. Bugün uzmanlar, Eylül ayı sonunda yeni bir saldırı ya da suikast ihtimalinin masada olduğunu söylüyor.

DOHA’DA HAMAS MÜZAKERE HEYETİNE SALDIRI

9 Eylül 2025’te, Katar’ın başkenti Doha’da Hamas’ın siyasi ofisi hedef alındı. Patlamaların ardından dumanların yükseldiği görüldü. İsrail işgal güçleri, saldırının Hamas’ın üst düzey liderlerine yönelik olduğunu doğruladı. Bu saldırı, Doha’da süren ateşkes müzakerelerine doğrudan darbe niteliği taşıyordu. Diplomasinin kalbine indirilen bu darbe, yalnızca Filistin direnişini değil, aynı zamanda arabuluculuk süreçlerini ve Katar’ın egemenliğini de hiçe sayan bir saldırganlık örneği oldu.

 

Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani, İsrail’in Katar’ın başkenti Doha’daki Hamas müzakere heyetine yönelik saldırısını "kendisini bölgenin kabadayısı olarak gören İsrail’in devlet terörü olarak" nitelendirerek, "saldırıya yanıt verme hakkını saklı tuttuklarını" vurguladı.

Al Sani, basın mensuplarına yaptığı açıklamada, "Katar'ın egemenliğinin ihlal edilmesine müsamaha göstermeyeceğini ve bu açık saldırıya yanıt verme hakkını saklı tuttuğunu vurguluyoruz" dedi.

Katar Dışişleri Bakanı, "İsrail, Doha’ya yönelik alçakça bir saldırı gerçekleştirmiştir ve bu ancak bir devlet terörü olarak ifade edilebilir. Saldırı, Hamas liderliğinin Gazze müzakerelerine ilişkin toplantısı sırasında gerçekleşti. Bugün yaşananlar devlet terörüdür, bölgesel güvenlik ve istikrarı bozma girişimidir." şeklinde konuştu.

NETANYAHU ORTA DOĞU’YU ŞEKİLLENDİRECEĞİM DERKEN KÖRFEZ’İ DE Mİ KASTEDİYORDU?”

Al Sani, saldırı olduğu sırada Gazze'de ateşkes müzakerelerinin ABD'nin talebi üzerine sürdüğüne dikkati çekerek, "İsrail, barış için her fırsatı sabote ediyor." şeklinde konuştu.

İsrail saldırısına karşı hukuki işlem başlatılması için bir ekibin oluşturulduğunu aktaran Al Sani, "Bugün yaşananlar, devlet terörü ve bölgesel güvenlik ve istikrarı bozma girişimiydi." şeklinde konuştu.

Al Sani, İsrail saldırısının "bölgede haydut bir aktörün ve siyasi kaosun olduğu mesajı" verdiğini belirterek, "(İsrail Başbakanı Binyamin) Netanyahu bölgeyi telafisi mümkün olmayan bir noktaya sürüklüyor." dedi.

Katar Başbakanı, Netanyahu'nun Orta Doğu'yu yeniden şekillendireceği yönündeki açıklamasını hatırlatarak, saldırının, Körfez bölgesini de yeniden şekillendirme yönünde bir adım olup olmadığını sorguladı.

Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı, "İsrail'in yaptıkları göz ardı edilmemeli ve buna karşı her türlü tedbir alınmalıdır." dedi.

 

"ABD, SALDIRIDAN 10 DAKİKA SONRA BİZE BİLGİ VERDİ"

Netanyahu'nun barbarlığına ortak bir şekilde cevap verilmesi gerektiğini söyleyen Al Sani, "ABD tarafı saldırıdan 10 dakika sonra bize bilgi verdi." ifadesini kullandı.

İsrail'in radarda tespit edilemeyen silahlar kullandığını belirten Al Sani, "İsrail saldırısı haince bir eylemdi ve gerçekleşmeden önce bilinmiyordu." diye konuştu.

Gazze'de ateşkes sağlanması için yapılan müzakerelerin başarılı olması için her türlü çabayı gösterdiklerini söyleyen Al Sani, "İsrail saldırısı nedeniyle şu anda ateşkes anlaşmasıyla ilgili bir görüşme yapılmıyor." şeklinde konuştu.

Al Sani, ABD Başkanı Donald Trump'ın saldırının ardından Katar Emiri Şeyh Temim'i arayarak saldırıyla ilgili İsrail ile önceden bir koordinasyonun olmadığını söylediğini aktardı.

"Tarih bu olayı kaydedecek." diyen Al Sani, uluslararası kanunların saldırıyı dikkate alması gerektiğini vurguladı.

Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı, Orta Doğu'da istikrarın savaşlar değil diplomasi yoluyla sağlanacağının altını çizdi.

GÜVENLİK PERDESİ ALTINDA SİYONİST EMELLER

Tüm bu tablo tek bir soruya işaret ediyor: İşgalci İsrail gerçekten güvenlik mi arıyor, yoksa Siyonizm’in nihai hedeflerini mi adım adım hayata geçiriyor?

Batı Şeria’da E-1 ile damarları koparılan coğrafya, Gazze’de 700 günden fazladır açlıkla ve bombalarla yok edilen bir halk, Lübnan’da suikast zincirleri, Suriye’de Golan’dan Şam’a uzanan işgal hattı, Doha'da yapılan suikast girişimi, Yemen’de Kızıldeniz’i kontrol altına alma çabası ve İran’da nükleer programı çökertmeye dönük saldırılar…

Tüm bu başlıklar bir araya geldiğinde, güvenlik perdesi altında yürütülen ideolojik bir mekân mühendisliği görülüyor. ABD’nin açık desteği, Batı’nın sessizliği, uluslararası kurumların işlevsizliği ve güçlü Yahudi lobilerinin etkisi, bu sürecin en büyük destekçileri.

Orta Doğu, harita ve sınırların yeniden çizildiği, halkların zorla göç ettirildiği, kutsal mekânların hedef alındığı, kısacası Siyonizm'in Arz-ı Mev’ud hayallerine göre dizayn edilmeye çalışıldığı bir dönemin içinden geçiyor.