Kongo’nun ilk başbakanı Patrice Lumumba, bağımsızlık sonrası Batı’nın sömürgeci müdahalelerine direndiği için devrilip öldürüldü. Belçika ve CIA’nın rolünün yıllar sonra açığa çıktığı suikast, Afrika’nın özgürlük mücadelesinin en çarpıcı dönüm noktalarından biri olarak hafızada yaşamayı sürdürüyor.
Eklenme: 19.11.2025 11:42:01 | Güncelleme: 20.11.2025 17:47:42Afrika’da sömürgeciliğe meydan okuyan liderlerin en sembolik isimlerinden Patrice Lumumba, Kongo’nun bağımsızlık sürecinin hem mimarı hem de hedefi oldu. Ülkesinin ilk başbakanı olarak sadece birkaç ay içinde hem Kongo’nun kaderini hem de küresel siyasetin gidişatını değiştirdi. Ancak bu yükseliş, Batı’nın sert müdahaleleriyle son buldu.
24 Haziran 1960’ta Léopoldville’deki Nation Sarayı’nda kürsüye çıkan 34 yaşındaki Lumumba, Kongo’nun Belçika’dan bağımsızlığını aldığı törende sömürgeciliğin gerçek yüzünü tüm dünyaya ilan etti. Belçika Kralı Baudouin ve Avrupalı elitlerin yüzüne söylediği sözler, yüzyıllık baskının kaydına dönüştü.
“Sabahtan akşama kadar yediğimiz dayakları, yalnızca ‘zenci’ olduğumuz için gördüğümüz aşağılamayı unutmayacağız” sözleri Avrupa’da öfke yaratırken Kongolular arasında tarihsel bir özgüveni ateşledi. Sömürgeciliğin izlerini somut örneklerle açığa çıkaran bu konuşma, Kongo’nun özgürlük mücadelesinin manifestosu oldu.

Bağımsızlığın hemen ardından ülke iç çatışmalara sürüklendi. Ordu isyan etti, Katanga eyaleti ayrılık ilan etti, Belçika asker gönderdi ve ülke kaosa sürüklendi. Lumumba, BM’den yardım istedi ancak BM, Katanga için asker göndermeyi reddederek kritik bir boşluk yarattı.
Bu süreçte Lumumba, ülkesinin dağılmasını önlemek için Sovyetler Birliği’ne yöneldi. Bu adım, Kongo’nun devasa maden rezervlerini kontrol altında tutmak isteyen ABD ve Belçika için kırmızı çizgiydi. Soğuk Savaş ortamında bağımsız bir Kongo, Batı için kabul edilemez olarak görüldü.
Eylül 1960’ta Başkan Kasavubu’nun görevden alma girişimini reddeden Lumumba, kısa süre sonra Albay Joseph Mobutu’nun darbesiyle etkisiz hale getirildi. Ev hapisinden kaçsa da yeniden yakalandı ve 17 Ocak 1961’de Katanga’ya götürüldü.
Katanga’ya inişinden itibaren, Belçika subaylarının gözetiminde işkenceye maruz kaldı ve aynı gün Joseph Okito ile Maurice Mpolo ile birlikte infaz edildi. Cesetleri parçalanarak asitte eritildi. Geride yalnızca bir diş kaldı; bu diş bile bir Belçikalı polis tarafından saklanmış ve ancak 2022’de ailesine iade edilmişti. Batı’nın, özgürlük talep eden bir Afrikalı liderden geriye “hiçbir iz kalmaması” yönündeki arzusu bu vahşetin somut göstergesiydi.

Bugün artık belgeler açık:
Belçika hükümeti Lumumba’nın öldürülmesine giden süreçte “ahlaki sorumluluk” taşıdığını kabul etti. CIA’nın suikast planları deşifre edildi. Washington, Londra ve Brüksel’in ortak kaygısı, Kongo’nun zengin yeraltı kaynaklarının Sovyetlere yaklaşmasıydı. Batı istihbarat ağları için Lumumba, durdurulması gereken bir engeldi ve ortadan kaldırıldı.
Kongolular için Lumumba’nın öldürülmesi yalnızca siyasi değil, duygusal bir kırılmaydı. 85 yaşındaki Kasereka Lukombola, o günü “Yemek yiyemedim, uyuyamadım” sözleriyle anlatıyor. Onun kuşağı için Lumumba, sömürge dayağına karşı ilk büyük başkaldırıydı.
Buna karşın, az sayıda bir kesim Lumumba’nın bağımsızlığı “fazla hızlı” istediğini savunuyor. Ancak tarihçiler bu görüşü desteklemiyor. Gomalı akademisyen Dany Kayeye’ye göre bağımsızlık arzusu, sömürge düzeninin baskısından bıkan halk arasında çok daha önceden zaten vardı.

Demokratik Kongo Cumhuriyeti bugün silahlı grupların, çok uluslu şirketlerin ve kaynak talanının gölgesinde mücadele veriyor. Vatandaşların büyük bölümü, ülkenin zenginliğinin hala dış güçler tarafından sömürüldüğünü düşünüyor. Gomalı Daniel Makasi’nin sözleri bu durumu özetliyor:
“Lumumba’nın karşı çıktığı sömürgecilik hâlâ devam ediyor. Kaynaklarımız gidiyor ama halk bir şey kazanmıyor.”
Lumumba’yı bir direniş sembolü olarak gören birçok Kongolu, onun mücadelesini “sonsuz” olarak nitelendiriyor.
Bugün Lumumba, Afrika’nın özgürlük tarihinde kritik bir yerde duruyor.
Sömürgeciliğe karşı meydan okumanın sesi, modern Afrika’nın özgüveni ve neo-sömürgeciliğin anlaşılmasında merkez figürü olarak anılmaya devam ediyor. Öldürüldü ama düşüncesi öldürülemedi; genç Afrikalılar hâlâ onun konuşmalarını dinliyor, hayal ettiği özgür kıtanın peşinden gidiyor.
