Devrim sonrası Şam yönetimi iç riskleri yönetilebilir görse de, SDG/YPG’nin tutumu ile İsrail ve ABD’nin değişen politikaları merkezi otoritenin güçlenme sürecini zora sokuyor.
Eklenme: 27.11.2025 15:43:42 | Güncelleme: 27.11.2025 17:37:47Son 15 yılda Orta Doğu’yu etkisi altına alan çatışmalar, bölgesel düzeyde merkezi yönetimlerin zayıfladığı ve silahlı devlet dışı aktörlerin güç kazandığı bir tablo ortaya çıkardı. Arap Baharı sonrasında kendini gösteren temel eğilim, çöken devlet yapılarının yeniden kurulması ve silahlı grupların tasfiye edilmesi oldu.
Bu süreçte Suriye, bölgesel etkileri bakımından en çarpıcı örneklerden biri haline geldi. İç savaş boyunca Şam’ın otoritesinin zayıflaması, dış aktörler tarafından desteklenen milis yapıların ve PKK ile El-Kaide gibi terör örgütlerinin alan kazanmasına zemin hazırladı.
2024 sonunda Esed rejiminin yıkılmasıyla birlikte bölgesel aktörlerde “merkezi otoriteyi yeniden inşa etme” eğilimi güçlendi. Yeni yönetim, İran destekli milisleri tasfiye etmiş; muhalif askeri yapılar ise devlet güvenlik kurumlarına dahil edilmişti. Ancak bu sürecin dışında kalan tek yapı terör örgütü SDG/YPG oldu.
10 Mart 2025’te Şam ile SDG/YPG arasında imzalanan mutabakat, örgütün yıl sonuna kadar devlete entegre olmasını öngörüyordu. Bu entegrasyon; YPG’nin Savunma Bakanlığı’na bağlanması, sınır kapıları ile yerel idarenin kontrolünün yeniden merkezi yönetime devredilmesi gibi kritik başlıkları içeriyordu.
Ancak taraflar süreci farklı yorumladı. Şam, SDG bileşenlerinin bireysel ve koşulsuz katılımını savunurken; SDG/YPG mevcut örgütsel yapısını koruyarak “ordu içinde otonom bir güç” olmayı istedi. Bu talep, devlet içinde “paralel bir ordu” oluşturma anlamına geldiği için kabul edilmedi ve müzakereler durdu.
SDG/YPG ise bu süreçte zaman kazanarak bölgesel gelişmelerin kendi lehlerine dönmesini beklemeye başladı. Bu fırsat İsrail’in müdahalesiyle ortaya çıktı.
İsrail uzun süredir Suriye’de zayıf bir merkezi otoriteyi ve etnik temelli federal bir yapıyı destekliyordu.
8 Aralık devriminden sonra Şam’ın askeri altyapısını hedef alan saldırılarını artıran İsrail, temmuz ayında Süveyda’daki Dürzi–Bedevi çatışmasına doğrudan müdahil oldu. Şehre girmek isteyen hükümet güçlerini engelledi ve Şam’da kritik noktaları hedef aldı.
Bu müdahale Süveyda’da fiili bir otonom yapının ortaya çıkmasına yol açtı. SDG/YPG açısından bu durum, kendi taleplerine benzer bir “örnek model” olarak görüldü.
İsrail ayrıca Şam’ın operasyon kabiliyetini sınırladı ve bu durum ABD’nin politikalarında da değişime neden oldu. ABD, ilk kez “federalizme yakın modellerin de tartışılabileceğini” dile getirdi. Bu yaklaşım SDG/YPG’nin maksimalist taleplerinden geri adım atmamasını sağladı.

Washington yönetimi taraflara arabuluculuk etmeye çalışırken, Şam’ın kasım ayında gerçekleştirdiği Washington ziyareti kritik bir dönemeç oldu. Görüşmelerden sonra açıklama yapılmadı ancak SDG/YPG meselesinin gündemin merkezinde olduğu biliniyor.
ABD, Suriye üzerindeki yaptırımları bir koz olarak kullanıyor. Buna rağmen şu sorular önemini koruyor:
ABD’nin Şam ile ilişkilerinin gelişmesi SDG/YPG karşısında merkezi yönetimi mi güçlendirecek?
Yoksa ABD bu ilişkiyi SDG/YPG’nin federatif taleplerini kabul ettirmek için bir baskı aracı olarak mı kullanacak?
Mazlum Abdi’nin IKBY’de “merkezi sisteme geri dönüşe izin vermeyeceklerini” vurgulaması, örgütün pozisyonunda bir değişim olmadığını ortaya koydu.
Suriye’de merkezi yönetimin güçlenmesini ve siyasi çözüm sürecinin zarar görmemesini en fazla önemseyen aktör Türkiye. Ankara hem Şam’la hem ABD ile temaslarını sürdürerek SDG/YPG sorununda diplomatik yolları önceleyen bir pozisyon alıyor.
Ancak örgütün geri adım atması için ABD’nin baskısına veya zorlayıcı tedbirlerin gündeme gelmesine ihtiyaç duyuluyor.
Suriye’nin parçalı yapıda kalması:
DEAŞ gibi hücre tipi örgütler, bölünmüş yönetim modellerinden fayda sağlıyor. Merkezi otoritenin güçlenmesi ise ortak istihbarat, koordineli operasyon ve sınır kontrolünü mümkün kılıyor.
Bu nedenle ABD’nin ademimerkeziyetçi modelleri öne çıkarması, “DEAŞ ile mücadele” gerekçesinin ötesinde bir stratejik hesap içerdiği yönünde soru işaretleri doğuruyor.
Kaynak: Dr. Oytun Orhan / ORSAM Levant Çalışmaları Koordinatörü