News-1

Dosya

Yüz Binlerce İnsan Niye Öldü? BAE'nin Yeni Dünya Planı

Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Orta Doğu ve Afrika’da yürüttüğü vekâlet savaşları, desteklediği silahlı gruplar ve etkilemeye çalıştığı hükümetler, bölgede istikrarı sağlamak yerine yeni çatışma alanları yarattı. Abu Dabi ve Riyad’ın ortak sekülerleşme stratejisi ise bölgeyi dönüştürmekten çok daha büyük kırılganlıklara sürüklüyor.

Eklenme: 08.12.2025 16:26:12 | Güncelleme: 08.12.2025 18:32:21
Bu Haberi
Paylaş

BAE, son on yılda bölgesel siyasetin en agresif aktörlerinden biri hâline geldi. Diplomatik masadaki yumuşak yüzüne rağmen sahada çok daha sert bir çerçeve çizen Abu Dabi yönetimi, vekil güçleri silahlandıran, hükümetleri baskı altına alan ve bazı ülkelerin siyasal mimarisini yeniden tasarlamaya çalışan müdahaleci bir politika izliyor.

Bu yaklaşımın merkezinde BAE’nin kendi yönetim modelini, yani otoriter modernleşmeyi, teknokratik devlet anlayışını ve seküler toplumsal dönüşümü komşu ülkelere ihraç etme hedefi bulunuyor. BAE’nin yanında Suudi Arabistan’ın da aynı rotaya girmesi, bu çizgiyi artık bölgesel bir eksene dönüştürdü.

Abu Dabi’nin “istikrar ve güvenlik” söylemi ise çoğu kez sahadaki yıkıcılığı perdelemekten öteye gitmedi. Sudan’dan Yemen’e, Libya’dan Somali’ye kadar BAE’nin iz bıraktığı her coğrafya, derinleşen krizlerle, parçalanan siyasi yapılarla ve ağır insani bedellerle karşı karşıya kaldı.

SUDAN: ALTIN VE GÜÇ HATTI ÜZERİNE KURULAN VEKİL SAVAŞI

Sudan, BAE'nin müdahaleci siyasetinin en çarpıcı örneklerinden biri olarak öne çıkıyor. Abu Dabi tarafından desteklenen Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK), ülkenin düzenli ordusuyla karşı karşıya geldiğinde Sudan kısa sürede devasa bir iç savaşa sürüklendi. Milyonlarca insan yurdundan olurken başkent Hartum savaş alanına döndü.
BAE’nin Sudan'daki temel hedefi, altın kaynaklarını kontrol eden savaş ağlarıyla kurduğu ekonomik ilişkiyi sürdürmek, aynı zamanda Kızıldeniz boyunca uzanan stratejik ticaret yollarında kalıcı nüfuz elde etmekti. Ancak bu strateji, Sudan’ı tarihteki en ağır bölünme riskleriyle karşı karşıya bıraktı.

YEMEN: BAE’NİN GÜNEY ÜZERİNDEKİ PARÇALAMA PLANLARI

Yemen’de yıllardır süren iç savaşın en önemli aktörlerinden biri yine BAE oldu. Abu Dabi tarafından finanse edilen ve askeri olarak donatılan Güney Geçiş Konseyi (STC), Yemen’i kuzey ve güney olmak üzere fiilen ikiye bölen sürecin merkezine yerleşti.
BAE’nin müdahalesi, Husilere karşı ortak mücadeleyi zayıflattı, merkezi hükümeti işlevsizleştirdi ve ülkeyi kalıcı bir parçalanmanın eşiğine getirdi. Bugün Yemen’de savaşın yol açtığı yıkımın sebepleri arasında BAE’nin Güney Yemen özelinde yürüttüğü ayrılıkçı strateji belirgin biçimde yer alıyor.

LİBYA: SAVAŞIN UZAYAN GÖLGESİ

Libya’da 2011 sonrası ortaya çıkan güç boşluğunu kendi lehine çevirmek isteyen BAE, Halife Hafter’e sağladığı yoğun askeri destekle ülkeyi yeniden iç savaşın içine sürükledi. Özellikle İHA teknolojileri, zırhlı araçlar ve mali yardım, Hafter’in Trablus’u ele geçirme girişimlerinde belirleyici oldu.
Bu süreçte binlerce sivil hayatını kaybetti, Libya kurumları tamamen çöktü ve ülke doğu–batı şeklinde kalıcı bir bölünmenin içine hapsoldu. BAE’nin “istikrar” söylemiyle desteklediği operasyonlar, fiiliyatta Libya’nın yeniden savaş sarmalına dönmesinden başka bir sonuç üretmedi.

SOMALİ VE SOMALİLAND: LİMANLAR ÜZERİNDEN KURULAN BASKI DÜZENİ

Somali’de zayıf federal hükümet ile gerginleşen ilişkiler, BAE’yi Somaliland ve Puntland ile daha yakın bir iş birliğine yöneltti. Berbera ve Bosaso gibi limanlarda BAE şirketlerinin etkinlik kazanması, Mogadişu yönetiminin bütünüyle dışlandığı bir düzen oluşturdu.
Bu süreç, Somali’nin kırılgan siyasi yapısını daha da parçalayarak ülkeyi merkezi otoritesizliğin içine itti. BAE’nin liman–askeri üs hattı üzerinden kurduğu nüfuz düzeni, bölgesel rekabeti artırdı ve Somali’nin siyasi bütünlüğünü tehdit eder hâle geldi.

ETİYOPYA: ABİY AHMED’İN YÜKSELİŞİNDE ARKA PLAN DESTEĞİ

Etiyopya’da Başbakan Abiy Ahmed’in iktidara gelişini destekleyen güçler arasında BAE ve Suudi Arabistan önemli yer tutuyor. Addis Ababa’ya verilen ekonomik ve siyasi destek, Etiyopya’nın iç çatışmalarını sonlandırmak yerine daha geniş bir coğrafyaya yayılmasına yol açtı.
Tigray savaşının büyümesi, Eritre’nin çatışmaya dâhil olması ve güvenlik krizinin Somali’ye kadar uzanması, BAE’nin “istikrar yaratma” söylemiyle sahadaki gerçekler arasındaki uçurumu bir kez daha ortaya koyuyor.

ÇAD: GEÇİŞ DÖNEMİNDE KIRILGAN DENGELERE MÜDAHALE

Çad’da geçiş süreci boyunca BAE’nin siyasi ve ekonomik müdahaleleri, ülkeyi kendi güvenlik ağının bir parçası hâline getirme çabasının yansıması oldu. Ancak bu müdahaleler, muhalif hareketlerin bastırılmasını hızlandırdı ve ülkedeki siyasi tansiyonu artırdı.

Çad’ın halihazırda kırılgan olan yapısı, dış müdahalelerle daha da istikrarsız hâle geldi.

SURİYE: NORMALLEŞTİRME ÇABALARININ ÇÖKÜŞÜ VE ESED REJİMİNİN DAĞILMASI

BAE, Suriye’de Esed rejimini yeniden Arap dünyasına entegre etmeye çalışan ilk ülkelerden biri oldu. Diplomatik kanallar açıldı, ekonomik ilişki zemini hazırlandı ve rejimin uluslararası alanda meşruiyet kazanması için yoğun çaba harcandı.

Ancak tüm bu girişimlere rağmen rejim ülke genelindeki kontrolünü kaybederek yıkıldı. Suriye’deki güç dengeleri tamamen değişti ve geçiş yönetimi süreci başladı. Esed’in çöküşü, BAE’nin bölgesel hesaplarının en görünür başarısızlıklarından biri hâline geldi.

BAE–SUUD EKSENİ: BÖLGEDE SEKÜLER BİR BLOK İNŞASI

BAE’nin uzun yıllardır uyguladığı seküler ve teknokratik devlet modeli artık yalnızca bir iç politika tercihi değil; bölgesel bir dış politika aracına dönüşmüş durumda. Suudi Arabistan’ın da Vision 2030 reformlarıyla aynı çizgiye gelmesi, Orta Doğu’da yeni bir ideolojik blok doğurdu.

Bu blok, Siyasal İslam’ın tüm varyantlarını tasfiye etmeyi, otoriter modernleşmeyi yaymayı ve toplumu devlet eliyle dönüştürmeyi hedefliyor. Ancak bu politikalar, çatışma alanlarını azaltmak yerine daha da artırıyor.
Katar ise bu eksenin dışında bırakılan ve sistemli biçimde baskı altına alınmaya çalışılan aktörlerden biri. 2017’deki Körfez Krizi, BAE ve Suudi Arabistan’ın Katar’ı bölgesel güç havzasından dışlama çabasının en somut örneği olarak hafızalarda yerini koruyor.

BÖLGENİN GELECEĞİNİ BELİRLEYEN TEHLİKELİ BİR GÜÇ MİMARİSİ

BAE’nin geniş bir coğrafyada yürüttüğü müdahaleler, sahada kalıcı bir düzen oluşturmaktan çok, savaşları uzatan, siyasi yapıları zayıflatan ve toplumsal dokuyu parçalayan sonuçlar üretti.

Abu Dabi ve Riyad’ın seküler ve otoriter modernleşme projesi, istikrar adına savunulsa da gerçekte bölgede kırılganlığı derinleştiren bir güç mimarisine dönüşmüş durumda. Sudan’dan Libya’ya, Yemen’den Etiyopya’ya kadar yaşanan gelişmeler, bu politikanın bedelini en ağır şekilde ödeyenlerin bölge halkları olduğunu gösteriyor.